Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Muammanın peşrevinde muallaktayız

Yazının başlığını Can Yücel’in bir kitabında okudu­ğumu hatırlıyorum. 1995 kışı başındaki Türkiye’nin durumunu bundan daha güzel açıklayabilecek başka bir söz bulunabilir mi, bilmiyorum.

Bir de şairleri ayağı yere basma­makla, aklı bir karış havada olmakla suçlarlar. Türkiye’nin bir bilinmezin eşiğinde, boşlukta ne olacağını bil­meden öylece sallanıp durduğunu bu kadar iyi anlatabilmek için, öyle görünüyor ki şair olmak gerek.

Şöyle bir düşünün. Gelecekte bizi nelerin beklediği ile ilgili hiçbir fikrimiz yok.

Gümrük Birliği’ne girebilecek mi­yiz, yoksa giremeyecek miyiz? Eğer, Gümrük Birliği’ne girersek, bu, Avrupa’nın tam ve eşit bir par­çası olmamızı sağlayacak bir süre­cin başlangıcı olabilecek mi?

Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Dönelim içeriye. Erken seçimin yapılıp yapılmayacağını da bilmiyo­ruz.
Bakalım Anayasa Mahkemesi ne karar verecek?

Eğer yasa iptal olursa ne olacak? Kısmen iptal edilirse bu kimin işine yarayacak? İptal edilmezse daha mı iyi olur? Bunları da bilmiyoruz.

Seçimler iptal edilirse en erken ne zaman yapılabilecek? Yeni seçim kanunu hangi gizli anlaşmaların, hangi çıkar hesaplarının üzerin­le kurulacak? Muamma!

Polis müdürleri seçimler olmazsa geri dönecekler mi? Geri döndükle­rinde ellerine sopa alıp bu CHP’li, bu ANAP’lı diye yer misin yemez misin demeden hepimizi dövecekler mi?

Tansu Hanım, Alpaslan Bey’e “başbuğum” dediğine göre, seçimlerden sonra başbakan kim olacak? Tansu Hanım, mahke­meye başvurup adını “Asena” ola­rak değiştirecek mi?

Bu yeni dişi kurt 2. Asena’nın peşine takılıp gidecek olan Türkler kendilerini nerede bulacaklar?

Yapıldı diyelim, seçimlerde kimin kazanacağını da bilmiyoruz. Eski­den bunu hiç olmazsa hatalarıyla da olsa tahmin etmemizi sağlayacak kamuoyu araştırmaları yapılırdı. Şimdi ondan da mahrumuz.

Seçimi kim kazanacak? Refah yüzde kaç alacak? En büyük parti Refah çıkarsa kiminle koalisyona gidecek? Refah’sız bir hükümet yeni Meclis’ten çıkabilecek mi?

Refah iktidara gelirse hayatımız­da ne değişecek? Türkiye İran mı olacak, yoksa Cezayir mi?

Bütün bu hayati konularla ilgili de bir fikrimiz yok. Nefesimizi tut­muş öylece bekliyoruz.

İşin ilginç yönü, örneğin Re­fah’çıların da bu tereddütleri gider­mek için herhangi bir şey söyledik­leri yok.

Bu sorulara verdikleri cevap an­lamsız ve pis bir sırıtışla, gevrek gevrek ucuz propaganda cümleleri söylemekten ibaret.

Galiba onlar da geleceğin ne ge­tireceği konusunda bir fikir sahibi değiller.

Onlar da bizler gibi “muammanın peşrevinde muallaktalar”!

Soruların sayısını sonsuza kadar artırabilmek mümkün.

Nereye bakarsanız bakın, özel hayatlarımızdan tutun da en temel toplumsal olaylara ka­dar Türkiye her an bir şeylere gebe.

Müthiş hızlı bir tempoda yaşıyo­ruz.

Her an bir şey değişiyor, her ye­ni belirsizliğin içinden bir başka be­lirsizlik fışkırıyor.

Tüm dünyada yıllarca gösterilen televizyon yarışmalarının Türkiye’de bir-iki yıl içinde eskitilip bir kenara atılmasının ardında da belki bu hızlı yaşama tempomuz yatıyor.

Bu yüzden en temel konularını bile çözüp aydınlığa kavuşturamamış bir ülkenin nasıl olup da hala ayakta kalabildiğine şaşmamak mümkün değil.

Böyle bir ülkede yaşayan biz Türklerin bunca belirsizliğe rağmen, herşey normalmiş gibi davranmasında psikolojik bir sorun sezmiyor musunuz?

Milan Kundera, Türkiye’de de basılır basılmaz büyük ilgi gören ro­manı Yavaşlık’ta “yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişkinin varolduğunu” anlatıyor.

Yavaşlığın düzeyi anının yo­ğunluğuyla doğru orantılıdır. Aynı şekilde hızın düzeyi de unutmanın yoğunluğu ile doğru orantılıdır.

Bir şeyi anımsamak isteyen in­san yürürken temposunu düşürür, yavaşlar. Buna karşılık az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmak iste­yen insan elinde olmadan yürüyüşü­nü hızlandırır.

“Muammanın peşrevinde mual­lakta” kalan biz Türkler de galiba çareyi bunu unutmakta buluyoruz.

Hızlı yaşayıp, genç ölmemizin nedeni cesedimizin yakışıklı olma­sında değil, “unutma” içgüdümüzde yatıyor.