Şakir Paşa Ailesi-Harika çılgınlar
Daha önce yazdığım yazılardan birisinde “verba volan, scripta menan” (latince- “söz uçar, yazı kalır” anlamında) sözünü çok beğendiğimi söylemiştim. Tarihin bile yazının icadıyla başladığı bir gerçekken, biz Türklerin nasıl olup da hâlâ “yazı” ile başımızın hoş olmamasını da bir türlü anlayamıyorum.
Son derece zengin bir sözlü kültüre sahip olmamıza ve tarihin en eski yazılı “kitabeleri”ni dikmiş olmamıza rağmen, iş yazıya gelince durum biraz değişiyor.
Bunu en çok hissettiğim yerler, yurt dışına gittiğimde gezmeyi çok sevdiğim kitapçı dükkanları.
Rafları dolduran otobiyografileri, biyografileri gördükçe ağzım sulanır, ne kadar istersem isteyeyim onların hepsini okuyamayacağımı bildiğim için de hayıflanırım.
Bizde çok önemli siyasi-sosyal mevkilere gelenler bile anılarını yazmakta inanılmaz bir tembellik gösterirlerken, örneğin İngiltere’de, Waterloo Savaşı’na katılmış bir süvari çavuşunun bile anılarını yazdığını, bunun yıllardır okunduğunu ve bilmem kaçıncı baskısının da piyasada olduğunu görebilirsiniz.
Medeni insan ve yabani insan
İnsanlar, kendi küçük deneyimlerini, kendi dünya görüşlerinin çerçevesi içine oturturlar ve kendilerinden sonrasına bir iz bırakmak için anılarını yazarlar.
Biz de ise anı yazarlığı genellikle polemiklerle sonuçlanan kısır tartışmalara indirgenmiştir.
Bizde anılarını yazanlar genellikle “büyük adamlar” oldukları için de (ne kadar büyük olurlarsa günlük yaşam, aşk/meşk gibi küçük konularla olan ilgileri o kadar azalır) okuduğunuz şeyler kuru bir tarih kitabına benzer.
Oysa “küçük insanlar”ın yazdıkları anılarda bizzat hayatın kendisi vardır. Onların isimlerini kimse hatırlamaz belki, ama, Fransız devrimi öncesini-sonrasını, bir salon sahibesi olan Madame X.’in anılarından okuduğunuzda daha iyi anlarsınız.
‘Yabani insan, evreni yaşamın bakış açısına göre düzenlemez. Bir görüş açısını benimsemek, duruma uzaktan bakmayı, kuramsal bir tavır almayı gerektirir. Görüş açısı yerine ilke de diyebiliriz. Şimdi, biyolojik doğallıkla öylesine yaşayıp gitmeye en ters düşen şey, düşüncelerimize ve davranışlarımıza kaynak oluşturacak bir ilke aramaktır. Bir görüş açısının seçilmesi, kültürü başlatan edimdir.”
Karmaşık gibi görünen ama aslında son derece çıplak bir gerçeği ifade eden yukarıdaki paragrafı Jose Ortega Y. Gasset’in “Tarihsel bunalım ve insan” isimli kitabından aldım. (Metis Yayınları)
Medeni insan ile yabani insan arasındaki en büyük farkın “yaşama bakış açısı” olduğunu gösteren bu ilginç yaklaşım, bazılarımızın neden hayatı önümüze geldiği gibi yaşadığını çok iyi vurguluyor.
Bizim olan tek şey
Kitap, Gasset’in seçme yazılarından oluşuyor, İspanyol düşünür, kitabın önsözünde “yaşamımız, bizim olan tek şeydir ve ancak kendi üstüne açık seçik düşünceler geliştirildiği oranda yaşam olarak ayakta durabilir” diyor.
Gasset’in bu sözlerini hatırlamama yol açan şey Şirin Devrim’in “Şakir Paşa Ailesi-Harika Çılgınlar” isimli kitabı oldu. (Milliyet Yayınları)
Halen Amerika’da yaşayan ünlü bir tiyatro sanatçısı olan Şirin Devrim, bu kitabında sadece kendi yaşamı üzerine düşünceler geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda bir imparatorluğun çöküp, bir cumhuriyetin kurulduğu tarihsel döneme de ilginç bir bakış getiriyor.
Bugün nostalji ile hatırladığımız eski İstanbul’un inceliklerle dolu yaşamı, bir bölümü dünyaca ünlü bu sanatçı ailenin yaşamıyla günümüze geliyor.
Şakir Paşa Ailesi’nin sanatçı üyelerini sizler de çok iyi tanıyorsunuz. Şirin Devrim, demin de söyledim, uluslararası üne sahip bir tiyatrocu. Annesi Fahrünnisa Zeyd yine dünyaca ünlü bir Türk ressamı. Kardeşi Nejat Devrim de öyle… Seramik sanatçısı Füreya Koral, ressam Aliye Berger, yazar Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Suat Şakir ve İzzet Melih Devrim bu ailenin diğer ünlüleri.
Karanlığa ışık tutmak
Fahrünnisa’ya soyadını veren eşi Emir Zeyd ise eski Irak , Kralı Faysal’ın ve Ürdün Kralı Hüseyin’in amcası. Arap milliyetçiliğinin kökenlerinde ve Irak’ın bağımsız bir krallık oluş sürecinde tarihi rolleri olan bir diplomat-politikacı.
Şirin Devrim’in anıları, ağabeyi Sadrazam Cevat Paşa’nın, Sultan Abdülhamit tarafından haksızlığa uğratılmasına isyan eden Şakir Paşa’nın, İstanbul’dan kaçıp gittiği Büyükada’daki köşkte bir arada tuttuğu ailesinin başından geçen inanılmaz olaylarla sürükleyici bir polis romanını andırıyor.
Şakir Paşa’nın, Afyon’daki çiftlikte oğlu Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı) tarafından öldürülmesi gibi yakın toplumsal tarihimizin önemli ve nedense hâlâ daha tam aydınlığa kavuşmamış olayları da bu anılarla biraz daha gün ışığına çıkıyor.
Şirin Devrim’in kitabını okurken, damağımda hep tanıdık bir lezzet vardı: Küçük bir çocukken, babamın Hacı Bekir’den alıp evimize getirdiği akide şekerinin tadı… |
Devrim’in duygu yüklü satırlarını okurken, bu harika insanları kendime çok yakın hissettim. İnanıyorum ki sizler de öyle hissedeceksiniz.
Bugün kendinize bir iyilik yapın. Gidip bu kitabı alın ve hafta sonunu okuyarak geçirin. Eminim, bana teşekkür edeceksiniz.