Türkiye'nin çivisi
Kendi de bir köşe yazarı olan ve benim gibi “hem Mülkiyeli, hem de saf ve temiz bir Anadolu çocuğu” olan bir ağabeyim aradı geçen hafta başında.
Aramasının nedeni, geçtiğimiz Pazar günkü yazımdı. Hatırlayacaksınız, geçen hafta bazı köşe yazarlarının kendilerine ayrılan sütunları, neredeyse kendi özel mesaj kutuları haline getirdiklerinden sözetmiştim.
Bunda da ne kadar haklı olduğum, köşe sahibi olabilmiş ama hala yazar olamamış bu arkadaşların bana verdikleri cevaplardan da açıkça anlaşılıyordu, ama şimdi konum onlar değil!
Özel sektörde önemli görevler üstlenmiş ve arta kalan zamanlarını da çok sevdiği gazete yazılarına ayırmış ağabeyimin telefonda bana söylediği bir sözü var ki, hala kulaklarımızda çınlıyor. Affına sığınarak bu özel konuşmanın aşağıya aktardığım bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Türkiye’nin çivisi çıktı, aziz kardeşim.. Senin dikkat çektiğin şey de çıkan bu çivinin bir sonucudur..”
Yetişkinler nasıl yetişir?
Gerçekten de Türkiye’nin çivisinin yerinden oynadığını gösteren o kadar çok örnek var ki, hangisini anlatayım…
Örneğin, bir askere soru sorup cevap alan gazetecilerin, daha sonra o askeri siyasi demeç verdi diye eleştirmelerine ne demeli?
Ya da Menzir’in bir devlet memuru olarak konuşma hakkını savunanların aynı hakkı kullanıyor gibi görünen paşaya kızmaya hakları olmalı mı?
Bütün bunların dışında, Türkiye’nin çivisinin oynamayı bir kenara bırakın artık iyiden iyiye çıktığını gösteren bir başka örnek var ki, fıkra gibi…
Biliyorsunuz, Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTÜK) üç kanalı birer gün süreyle yayından menetti. Bunu yaparken de daha önce Kültür Bakanlığı’nın denetiminden geçmiş, sinemalarda oynamış filmleri gerekçe olarak gösterdi. Gerekçeyi kendileri de yeterince inandırıcı ve yürürlükteki mevzuata uygun bulmamış olacaklar ki, bir de açıklama yapmak zorunluluğunu hissettiler.
Açıklamada dikkatimi çeken bölüm özetle şuydu. Bir insanın çocukluktan yetişkinliğe ulaşması belli bir süreç istiyor. RTÜK’e göre bu sürece rağmen dışardan bakılınca yetişkin gibi gözüken insanlar, aslında çocuk kalabiliyorlardı. Türkiye’de de yetişkin gibi olan ancak henüz “tekamül etmemiş” bir çok insan vardı. RTÜK işte bu “çocuk ruhluları” korumak için söz konusu kararı aldığını anlatıyordu.
Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu’nu duymuşsunuzdur. Bu kanun şimdi Refah’ın dümen suyunda Anayasa değiştirmeye çalışan ANAP’lı Vehbi Dinçerler ile, bence ANAP’tan çok Refah’a yakışacak Oltan Sungurlu’nun ortak eserleriydi.
Şimdi, Sungurlu ve Dinçerler, RTÜK’ün gerekçesini okuyunca nasıl hayıflanmışlardır kimbilir? Bunu nasıl olup da kendilerinin akıl edemediğine kimbilir nasıl üzülmüşlerdir?
Gazeteler niye sessiz?
Dikkatimi çeken bir başka nokta ise bu sansüre en çok tepki göstermesi gereken gazetelerin bunu olağan bir olaymış gibi göstermeleriydi. Dünkü gazeteler içinde bu sansürü eleştiren, Türk halkının neyi seyredip neyi seyretmemeye kendisinin karar vermesi gerektiğini savunan bir tek gazete vardı: Posta..
Anlaşılan gazeteler, Fatih Altaylı’nın dediği gibi “Gazete-dergi Yüksek Kurulu” kurulup, aynı sansür başlarına gelmeden bu işin vahametini anlayamayacaklar.