Uçkur deyip geçme, çok önemlidir!
Geçtiğimiz yıl Japonya’nın Kobe kentini yerle bir eden depremi hatırlarsınız. Japon yetkilileri depremin hemen akabinde insanüstü bir çalışma gösterdiler.
Bütün bir kenti yok eden, on binlerce insanı evsiz-barksız bir kış günü ortada bırakan depremin izlerini silmek için olağanüstü bir güçle çalıştılar.
Herkes üzerine düşeni fazlasıyla yapmaya çalıştı.
Bir kişi, evet bir tek kişi kendisine verilen görevi, kendisine tanınan süre içinde yerine getiremedi.
Bu adam Kobe Belediyesi’nin su işleri müdürüydü.
Ondan yapması istenilen şey, bir-iki hafta içinde, depremin yer kabuğunda meydana getirdiği çöküntüler nedeniyle bütünüyle harap olan su şebekesini tamir etmek ve hayatta kalanların içme ve temizlik suyu ihtiyacını karşılamaktı.
Henüz enkaz tamamıyla kaldırılamamıştı. Su şebekesi bütünüyle tahrip olmuştu. Eldeki araç-gereç ve iş gücü bu kadar büyük çapta bir işi, bu kadar kısa sürede bitirmeye elverişli değildi.
Belki şu anda bizim bilemediğimiz daha bir çok engel, çalışmaların hızla bitirilmesini önledi.
Kobe’nin su işleri müdürü, kendisine verilen bu güç görevi yerine getirmediği için hiçbir bahanenin ardına saklanmadı.
İstifa etmek de adamcağızın yaralanan onurunu tamir etmeye yetmedi. Ve Kobe’nin su işleri müdürü, görevini yapmamış olmanın bedelini, eski bir Japon geleneğine uyup, intihar ederek ödedi.
Yine geçtiğimiz yıl Kore’de bir köprü çöktü.
Köprü, yapım sırasındaki bazı hatalar nedeniyle üzerindeki onlarca otomobil ve bir çok insanla birlikte bir gün sulara gömüldü.
Onurlu davranabilmek
Olayın hemen ardından Kore’nin İçişleri Bakanı ve Seul Valisi istifa ettiler.
Oysa kimse onlardan böyle bir şey beklemiyordu. Ama onlar, iki onurlu insan olarak, yapım sırasında köprüyü yeterince denetlemediklerini düşündükleri için istifa ettiler.
Hafta başında İzmir Bornova’da, beş kişilik bir aile, belediyenin kazıp, öylece bıraktığı bir çukura dolan suda boğuldular.
Belediye, kazdığı büyük çukuru öylece ortada bıraktığı yetmiyormuş gibi, etrafa uyarıcı herhangi bir işaret koymaya dahi gerek görmemişti.
Belediye Başkanı hâlâ koltuğunda
Bornova’nın Belediye Başkanı, ertesi gün istifa etmeyi aklından bile geçirmedi.
Hâlâ da oturduğu koltuğu ısıtmaya devam ediyor.
Beş kişilik bir ailenin yok olup gitmesi umurunda bile değil.
Yine geçen hafta İzmit’te iki küçük çocuk, çok ağır hasta olarak hastaneye getirildiler.
Hastanenin olanakları iki küçük çocuğun yoğun bakıma alınmasına elverişli değildi.
Bu yüzden çocukların ambülansla İstanbul’a götürülmeleri gerekiyordu. Ambulans şoförünün iftarını bitirmesi beklendi ve yola çıkıldı.
İstanbul’da beş ayrı hastane, çocukları kabul etmedi.
Altıncı hastaneye gelindiğinde de artık iş işten geçmiş, iki küçük çocuk Türkiye’de doğmuş olmanın faturasını hayata veda ederek ödemişti.
İzmit’teki hastanenin başhekimi ve sağlık müdürü hâlâ koltuklarında oturuyorlar.
İzmit gibi büyük kentteki bir hastanenin yoğun bakım ünitesini çalıştıramadıkları için kendilerini sorumlu görmüyorlar.
Ambulansın şoförü hala direksiyon sallamaya devam ediyor. Muhtemelen siz bu yazıyı okuduğunuz sıralarda, vaktin gelip, iftar, topunun patlamasını bekliyor.
Çocukları acil servislerine kabul etmeyen beş hastanenin baş hekimleri, acil servis sorumluları ve İstanbul Sağlık Müdürü de görevlerinin başında.
Onlar da istifayı düşünmüyorlar. Hastane kapısından hasta çevirmeyi bir onursuzluk olarak görmüyorlar.
Ve nihayet Sağlık Bakanı da hâlâ kırmızı plakanın keyfini sürüyor. Emrindeki hastaneler en basit görevlerini bile yerine getirmezken o yeni hükümet kurulana kadar bakanlığın keyfini çıkarıyor.
Oysa Sağlık Bakanı da Çevre Bakanı gibi sevgilisi ile yakalanmış olsaydı, çoktan istifa etmiş olacaktı.
Geçmişe bir bakın.
İçişleri Bakanı, Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı ve başka bazı politikacılar hep “uçkur davasından” istifa etmek zorunda kalmışlar.
Bakanların istifa nedeni
Hakkında yolsuzluk iddiası bulunan, bir görevi layığı ile yerine getirmediği için hazineyi zarara uğratan, bakanlık imkanlarını siyasi çıkarları için kullanan hiç ama hiçbir bakan istifa etmemiş.
Hepsi ama hepsi büyük bir pişkinlikle görevlerine devam etmekte bir sakınca görmemişler.
Demek ki Türkiye’de bir bakanın görevinden istifasını gerektirecek tek şey uçkur meselesi.
Demek ki biz Türkler için uçkur, beş kişiyi gözgöre göre ölüme yollamaktan, iki küçük çocuğu ambulans içinde öldürmekten daha önemli.
Geçen haftaki sosyal bilgiler dersimiz işte böyle!