Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Vali Bey, Mesut Bey’den ders almalı

Ankara’da oturanlar nasıl tahammül ediyorlardı, bilemiyorum. Ama ben Tansu Çiller’in başbakanlığı sırasındaki İstanbul ziyaretlerinden nefret ediyordum.

Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde İstanbul’a gelmesi demek trafiğin alt üst olması, oto yolların bile trafiğe kapatılması anlamına geliyordu.

Bir defasında yaklaşık 50 otomobillik bir konvoyla, trafiğe kapatılmış oto yolda gittiğine bile şahit oldum.

Bu konudaki eleştirilerimi hatırlayacaksınız daha önce Posta’da yazmıştım. (Ayrıca kişisel protestolarımı da diğer yüzlerce vatandaşla birlikte trafikte beklerken, büyük bir saltanat gösterisi içinde geçen konvoya el-kol hareketleri yaparak gösterdiğimi de belirtmeliyim.)

Yakın bir zamana kadar bunun Başbakanı korumakla görevli olan kişilerin bir işgüzarlığı olduğunu düşünüyordum.

Zannediyordum ki, Başbakan’ın vatandaşa yapılan eziyetten haberi yok, İstanbul’daki bir kısım yetkili Başbakan’a yaranmak için bunları yapıyorlar.

İşin aslının öyle olmadığını Mesut Yılmaz’ın son İstanbul gezisinde görmüş olduk.

Yılmaz da görevi gereği sık sık otomobille İstanbul’un bir ucundan diğerine gitti, geldi.

Tümünde de aynı mıydı, bilemiyorum. Ancak benim şahit olduklarımda ne yollar kesildi, ne de trafik karman çorman hale getirildi.

Başbakan’ın otomobili de diğer otomobiller gibi trafiğin normal akışı içinde hareket etti.

Çiller zamanındaki gibi otomobil ve eskort görgüsüzlüğü de yoktu. Başbakan’ı korumaya yetecek sayıda araçtan fazlası konvoyda yer almıyordu.

Bu nedenle daha önce haksız yere günahlarını aldığım güvenlik görevlilerinden özür diliyorum. Demek ki sorun onlarda değil, Tansu Çiller’in saltanat merakındaymış!

Bu arada yeri gelmişken belirteyim, pazar günü de enteresan bir olaya tanık oldum.

Keyifli pazar çileli pazar oldu
Biliyorsunuz pazar günü aylardan sonra İstanbul’da ilk kez güneş açtı. Herkes yollara döküldü, özellikle de Boğaz’a akın etti. Biz de kızımla birlikte Boğaz’da oturmanın keyfini yürüyüş yaparak çıkardık.

Boğaz’da her iki yöne doğru da trafik kilitlenmiş haldeydi.

O kalabalıkta İstanbul Valisi (nereye gidiyordu bilemiyorum, ben rastladığımda Bebek’ten Rumelihisarı’na doğru gidiyorlardı) önünde bir eskort, arkasında bir eskort vatandaşın otomobillerini kaldırımlara çıkmaya zorlama pahasına seyrana çıkmıştı.

Boğaz yolu biliyorsunuz iki şeritli bir yol. Yolun biraz geniş olan kısımları da vatandaşın otomobilini park edip, Boğaz kıyısına yürüyüşe çıkmasına yarıyor.

Vali’nin işi madem aceleydi, denizden ya da helikopterle havadan gitmeliydi.

Adım adım yürüyen trafikten bunalmış vatandaşı, bir de onun polislerinin itip-kakmasının hiçbir anlamı yoktu.

Koltuğu vekaleten kullanırken bunları yapan adamın İstanbul Valiliğine asaleten atanmasının başımıza ne işler açacağını varın siz düşünün.

Yine Yaman Vakası
Öyle görünüyor ki Yaman Törüner’in siyasetçiliği sürdükçe bizler de hiç konu sıkıntısı çekmeyeceğiz.

Yaman Bey’in eşi Alev Hanım’ın “iş girişimleri” karşısında doğru söylemediğini hepimiz hatırlıyoruz.

Yalanlarının gazeteler tarafından ortaya konması karşısında da susmayı tercih etmişlerdi.

O zamanlar Yaman Bey, gözlerimizin içine bakarak kendisine güvenmemizi, Alev Hanım’a asla bir avantaj sağlamayacağını da söylemişti.

“Sözünün eri” Yaman Bey’in ne kadar doğru konuştuğu da geçen gün ortaya bir kez daha çıktı.

Yaman Bey, UBA isimli haber ajansının muhabiriyle bir konuşma yapmıştı.

Telefon konuşması sırasında Mesut Yılmaz ve hükümetin geleceği konusunda ileri-geri atıp-tutmuştu.

Haber, ajans tarafından servise konulunca Yaman Bey telaşla bir yalanlama yayınladı. Haberin yalan olduğunu, böyle bir konuşmayı yapmadığını söyledi.

Allahtan ajansın muhabiri yılların verdiği tecrübe ile bazı insanların ne tıynette olduklarını iyi biliyordu. Telefon konuşmasını banda kaydetmeyi akıl etmişti.

Yaman Bey’in yalanlamasının hemen ardından bu band servise verildi.

Herkes Yaman Bey’in “yapmadım” dediği konuşmayı kendi sesinden dinleme imkanını buldu.

Bakan’ın birinci yalanının yakalanmasının ardından daha bir hafta geçmeden bir yalanı daha yakalanmış oldu.

Şimdi kararı siz verin sevgili okuyucular.

Bu adam bir bakan. Gözünü kırpmadan yalan söylüyor. Yalanları ortaya çıkarılınca da olanca pişkinliği ile susup, sipere yatmayı tercih ediyor.

Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde bu kadar çok yalanı yakalanan bir siyasetçi bırakın bakan olmayı, siyasetçi kimliğini sürdürebilir mi?

Biz ondan Japonlar kadar gururlu olmasını ve intihar etmesini beklemiyoruz.

Tek istediğimiz var: Çekip gitmesi.

Türkiye, doğru konuşan, söylediklerine güvenilecek insanların siyaset yapacağı ve bakan olabileceği bir demokratik ülke olmalı.

Yalan-dolanla ceplerin doldurulmaya çalışıldığı bir Afrika diktatörlüğü değil!