POSTA

Yerli mallar haftası

Okuldan çıkıp çantaları eve atınca Nedim ile buluştuk. Öğ­leden sonra Nedim’in ağabeyi­nin bisikletiyle, Ferrokrom fabrikasına gitmeye karar vermiştik.

Amacımız, Ferrokrom fabrikasının atık kömürleri arasında “hazine” ara­maktı.

Hazine dediğimiz şey, yanmış kö­mür artıklarının arasına karışmış krom parçalarıydı.

Nasıl oluyorsa oluyor, fabrikanın dev kazanında sıvılaşan kromdan sıç­rayan maden parçacıkları dondukla­rında gümüşi renkte parıltılar saçan, acaip şekilli taşlara dönüşüyordu.

O yıllarda Antalya’da çocuklar ara­sındaki en değerli oyuncaklardan bi­riydi bu maden parçaları.

Değerleri onları elde etmenin güç­lüklerinden kaynaklanıyordu. Bir kere anne-babaların, o zamanlar şehir dı­şında olan ferrokrom fabrikasına gidil­diğini duymamaları gerekiyordu.

Ayrıca, bisikletle fabrikaya kadar ulaştıktan sonra, fabrikanın yanmış atıklarının atıldığı yere varmak için deve dikenleri ve keskin kayalarla dolu bir arazi parçasını yürü­yerek geçmek zorundaydınız.

Ama bütün bu zahmetler en büyük ödülünü elde parıltılı bir krom parçası ile okula giderken alıyordu.

O yıllarda Antalya’da yerli malı de­nilince akla gelen iki şeyden birisiydi krom.

Diğeri ise pamuklu dokuma fabri­kasının popliniydi. Biz çocuklar fabri­kada üretilmesine rağmen bunun ne­den yerli malı sayılmadığını da bir tür­lü anlayamazdık.

Yerli mallar haftası başladığında okuldaki sıralarımızın üzerinde bir haf­ta boyunca sergilediğimiz “yerli malları”nın içinde baş köşeyi işte o krom parçaları alırdı.

Sümerbank’ın anahtara benzeyen amblemini taşıyan kumbaralar, İş Bankası’nın arkasında kağıt para atılması için yuvarlak bir deliği de olan metal kumbaraları, değer olarak hep kromdan sonra gelirlerdi.

O zamanlar hepimiz ceplerimizde, beyaz pamuklu mendiller taşırdık.

Sıraların üzerine bu kar beyazı mendilleri serer, yerli malı olarak ev­den getirdiğimiz her şeyi bu beyaz ser­ginin üzerine yerleştirirdik.

Mandalina, portakal gibi turunç­giller, Korkuteli elması, ismi üzerinde bir türlü fikir birliğine varamadığımız muşmulalar, iğdeler, kuru üzümler, keçi boynuzları bu ser­gideki yerlerini alırlardı.

Hala öyle mi bilmiyorum. Antal­ya’da “Yenidünya’ya muşmula dendi­ği için, gerçek muşmulanın da doğal olarak başka başka isimleri vardı. Ki­misi “döngel”, kimisi “beşbıyık” derdi. Bizim gibi büyük şehir görenler ise gerçek muşmulanın neden başka isimlerle adlandırıldığını bir türlü anla­yamazdı.

Yerli Mallar Haftası’nın en önemli etkinliği ise kartondan kendi kendimi­ze yaptığımız kumbaralar olurdu.

Ben daha çok saat şeklinde kum­baralar yapardım. Ama çocuk­ların favorisi Yapı Kredi kumba­ralarına benzeyen, ev şeklindeki kum­baralardan yapmaktı.

Öğretmenimiz en iyi malın Türkün alın teri ve göz nuruyla ürettiği mallar olduğunu anlatırdı.

“Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı” tekerlemesi kocaman altın rengi yaldızlı kağıtlara yazılır, okulun camlarına asılırdı.

O günlerde dayımın Amerika’dan getirdiği, fermuarının ucundan sarı bir kalemtraşın sallandığı, üzerine dünya haritası basılmış çantamızı okula gö­türmeye utanırdık.

Zannederdik ki dayımın hediyesiyle vatana ihanet ediyoruz.

Ama hafta bitince bizim de utan­mamız biterdi.

Neredeyse 25 yıl var ki ağzıma iğ­de koymadım.

Ne zaman yaz akşamlarında mel­tem esintisiyle burnuma iğde ağaçlarından yayılan o nefis koku gelse ço­cukluğumun o toprak sokaklı Antal­ya’sını hatırlarım.

Karabiber ağaçlarının kesilmedi­ği, okaliptusların dev apart­manlarla yer değiştirmediği, şe­hir içindeki narenciye bahçelerinin göz alabildiğine uzanan bir deniz gibi olduğu Antalya gelir gözümün önüne.

Kepez tepesini boydan boya saran keçi boynuzu ağaçlarında “olgunlaş­mış” keçi boynuzu arayıp, kemire kemire yediğimiz anların tadını bir daha yaşayabilmek mümkün mü?

Geçenlerde Fanatik gazetesini kut­lamak için gönderilen çiçek sepetlerin­den birinde yeniden karşılaştım keçi boynuzu ile.

Çiçekçi, garip kuru çiçeklerin arası­na bir avuç da keçi boynuzu sıkıştır­mıştı.

Çocukluğumun o güzel günlerini artık geriye getirmenin imkanı yok.

İmkanı olsa da artık gereği yok.

Artık “yerli malı haftası” bizim bildi­ğimiz gibi kutlanmıyor.

Bu eski güzel günleri aklıma getiren şey Anadolu Ajansı’nı dün geçtiği bir haberdi.

Bizim yerli mallar haftasının adı ar­tık ‘”Tutum, yatırım ve Türk mallan haftası” olmuştu.

Habere göre, Milli Eğitim Bakanlığı okullarda yapılması istenen etkinlikleri belirlemişti.

Bunlardan birisi de şuydu:

“Avrupa Ortak Pazarı, Gümrük Bir­liği ve bunun ülkemize sağladığı yarar­lar anlatılacak.”