Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yok devenin başı

Yazımın başlığında kaba bir ifade kullandığım için sizlerden özür dileyerek başlamak istiyorum. Annem yine de bana kızacak biliyorum, ama biraz sonra yazdıklarımı okuyunca, kendimi tutamadığım için beni mazur göreceğinizi ümit ediyorum.

Önceki gece İstanbul’dan başka bir yerde izlenip izlenmediğini bilmediğim bir televizyon istasyonunda, Kanal 7’de, Özdemir Sabancı ve çalışma arkadaşlarının öldürülmeleriyle ilgili bir senaryo anlatıldı.

Buna göre, katliamın esas sebebi Refah Partisi’nin hükümeti kurma çalışmalarını engellemekmiş.

Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin koalisyon kurmalarını isteyen çevreler, tam da Erbakan’a görev verildiği gün bu cinayeti işlettirerek kamuoyunu Anayol’a zorlamak amacını gütmüşler.

Amerika Başkanı Clinton, bu amaçla bir terör örgütünü taşeron olarak kullanıp, Refahla koalisyon kurmaya kalkışacak ANAP ve DYP liderlerine bir gözdağı vermiş.

Televizyonu izlerken kendimi tutamadım ve yazımın başlığını da o sırada sarfettiğim bu söze ayırdım.

Türkiye gibi az gelişmiş ve dedikoduya meraklı ülkelerde bu tür olaylardan sonra uydurulan ve normal insan aklının almakta zorlanacağı türden senaryolar nedense çok taraftar buluyor.

Konuyu açıklığa kavuşturmakla görevli olan yetkililer, karşılarına gazetecileri alıp, işin aslını astarını anlatmakta nedense tereddütlü davrandıkları için de uydurulan her senaryo, yazılışındaki ustalığa bağlı olarak az ya da çok taraftar bulabiliyor.

12 Eylül öncesinde Türkçe’ye bol bol çevirilen eski sosyalist ülke romanlarında bu tür komplolara bol bol rastlanırdı.

Zannedilirdi ki, Amerika’da birisi bir düğmeye bastığı zaman, o hareketiyle bir çok mekanizmayı harekete geçirir, ve uluslararası dev bir komplo örgütü insanların başına türlü sorunlar açabilir.

Biz eski solcular başımızdan geçen onca beladan sonra her taşın altında bir CIA ajanının parmağını aramaktan sonunda vazgeçtik.

Ama öyle görünüyor ki komplo teorilerine inanma ve her felaketi büyük şeytan Amerika’ya bağlama hevesi artık bizim Refahçılara geçmiş.

Umarım onlar da tez zamanda bu hastalıktan kurtulurlar.

İşin ilginç tarafı son olaydan sonra bu tür senaryonun bininin bir paraya gidiyor olması.

En yetkili ağızlar bile rahatça uluslararası komplolardan bahsedebiliyorlar.

Eski İçişleri Bakanı Nahit Menteşe bile, bunun Türkiye’ye yabancı sermaye akışını engellemek isteyen bazı dış güçler tarafından planlandığını söyleyebiliyor.

Hatta bir senaryoya göre, Sabancılar Japon sermayesinin Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye üzerinden Avrupa’ya rahatça girmesini sağlayabilecekleri için hedef olmuşlar.

Onlar ve onlar gibi düşünebileceklere bir uyarıymış bu katliam.

Güya böylece bir daha Japonlarla iş yapmak isteyen de ayağını denk alacakmış.

Bütün bu tür senaryoların toplumda hızla yayılmasının ve taraftar bulmasının sebebi, az önce de söylediğim gibi konuyu araştırmakla görevli olan yetkililerin tutumu.

İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, en başından beri bu konuda iyi bir sınav veremedi.

Hatta suikastın ikinci günü düzenlediği basın toplantısında “katillerin görüntüleri bant kayıtlarında yok” dediği halde, bazı gazetelere teröristlerin bant kayıtlarından alınmış fotoğrafları dağıttı.

Bir Emniyet Müdürünün neden böyle davrandığını anlamak çok güç.

Eğer, teröristlerin görüntülerinin kayıt edildiğine ilişkin bilgi, basından saklanması gereken bir bilgiyse, neden bazı gazetelere suikastçıların bant kayıtlarından alınmış fotoğrafları dağıtıldı?

İstanbul Emniyet Müdürü, bazı gazeteleri kollayarak kendisine basında destek mi bulmaya çalışıyor?

Yoksa, İstanbul Emniyet Müdürü bu bilginin gizli kalması gerektiğine inanıyor, ama polis içinde bazı güçler bu bilgiyi dışarı sızdırıp Emniyet Müdürü’nün yalancı çıkmasını mı istiyor?

Konu, gazeteler arasındaki haber rekabetinin çok ötesinde önem taşıyor.

Biliyoruz ki, gazeteler bu fotoğrafları kendi gazetecilik usulleri içinde elde etmediler. Bu fotoğraflar basına bizzat polis tarafından dağıtıldı.

Bakalım İstanbul Emniyet Müdürü, kamuoyunu tatmin edecek, dedikoduları önleyecek bir açıklama yapabilecek mi?

Yoksa, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Orhan Bey’e bir numara büyük geldi de, bu durum böyle üzücü bir olayın sonunda mı ortaya çıkıyor?

Bekleyip, hep beraber göreceğiz.