Türkiye’de yaşıyoruz ama Amerikan adaleti ve yargılama sistemi konusunda neredeyse doktora yapacak kadar bilgi sahibiyiz Bir kere televizyonun siyah -beyaz olduğu dönemlerde Avukat Petrocelli dizisini seyrederek büyüdü bir koca kuşak. Her gün televizyonda her kanalda en az bir tane mahkemede geçen bir Amerikan filmi veya dizisi izlemeye devam ediyoruz.
Sanıkların dava bitene kadar suçsuz kabul edildiklerini, jüri sistemini, avukatların ve
savcıların acıklı konuşmalarını, hakimlerin mutlak otoritesini, avukatların sorgulamaya
itirazlarını, itirazların kabul ya da reddinin ne anlama geldiğini, kesintisiz duruşmalarla
davaların kısa sürede sonuçlandırılmasını.. Hepsini ama hepsini gayet iyi biliyoruz.
Bu arada duruşma salonlarının ferahlığını, temizliğini, ortamın medeniliğini de gıptayla izliyoruz elbette. Yolumuz şu ya da bu şekilde bir Türk mahkemesine düştüğünde gözlerimiz filmlerde alıştığımız görüntüleri arıyor ve hayal kırıklığına uğruyoruz.
Tozlu koridorlar, daracık salonlar, eskimiş cüppeler, sararmış dosyalar arasındaki hakimlere, avukatlara, savcılara ve bütün bir adalet sistemimize üzülüyoruz.
Geçenlerde Mia Farrow’un “Terkedenler” (Güncel Yayıncılık, çeviren: Hüseyin Asuroğlu) isimli anılarını okudum. Kitabın sonunda bu tür anı kitaplarında görmeye pek alışkın olmadığımız bir “ek” var.
Bu ek, Woody Allen’ın, Mia Farrow aleyhine New York Eyalet Mahkemesi 6. Asliye Davaları Bölümü’nde açtığı davada verilen kararın tam metni.
Yargıç Eliott Wilk’in kararını okuyunca, insan Amerikan adalet sistemi ile Türk adalet sistemi arasındaki farkı daha iyi görüyor.
Farkın yalnızca binalarla, sistemle ilgili olmadığını, “insan unsuru”nun da adalet söz konusu olunca ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Bilmiyorum Türkiye’de verilmiş bir mahkeme kararını hiç okuma imkânınız oldu mu? İşim nedeniyle çok mahkeme kararı okudum. Bir bölümü kendi hakkımdaki kararlardı ve ne yalan söyleyeyim cümle düşüklüklerinden, ifade bozukluklarından ve metnin kuruluğundan bir kararı sonuna kadar okuma sabrını gösterdiğim hiç olmadı.
Kitaptaki mahkeme kararının tam metnini okumaya başlamadan önce aklımdan kendi kötü anılarım geçti. Bu kararı da sonuna kadar okuyamayacağımı düşündüm. Yanılmışım.
Yargıç Wilk bir kere bir hukukçudan önce sanki bir psikolog, hatta bir psikiyatr gibi izlemişti davayı. Dava konusu Woody Allen’in cinsel tacizle suçlandığı kızı Dylan ile diğer evlatlıkların vesayeti ile ilgiliydi. Dava boyunca yargıcın en çok önem verdiği konu çocukların bu davanın gelişmelerinden ilerideki hayatlarında da etkilenmemeleriydi. En sıradan boşanma davasında bile hakim karşısına çıkartılıp, gözyaşları içinde ifadeleri alınan küçük Türk çocuklarını hatırladım, kararı okurken.
Karar metni son derece düzgün bir ifade ile yazılmıştı ve yargıç meramını bir ders kitabında yer alabilecek kadar açık anlatıyordu. Başı sonu belli olmayan cümlelere rastlanmıyordu. Kısa ve vurucu cümleler olayı bütün açıklığı ile ortaya koyuyor, yorumlar hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak netlikte yapılıyordu.
Yargıç Eliott zaman zaman bir baba gibi tavsiyelerde bulunuyor ama bu tavsiyelerini her zaman davada tanıklık eden psikiyatrların görüşlerine dayandırmayı da başarıyordu.
Kitapta 25 sayfa olarak yer alana kararı burada sizlere sunmama ne yazık ki yerim izin vermiyor. Dilerim Türk adalet sisteminin iyileştirilmesi ile ilgili çalışmaları yapanlar da bu kararı okurlar.
Hakimlerimizin siyasi kaygılarla oradan buraya savruldukları bir düzenden kurtulduğumuz vakit, onlardan yargılama sırasında böylesine duyarlı olmalarını da bekleyebiliriz. Ama, hakimlerin, savcıların, avukatların bireysel kültürel kalitelerini yükseltecek tedbirleri almak için bütün sistemin değişmesini beklemek zorunda olmadığımıza da İnanıyorum.