Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Adrenalin bombası

 BARCELONA-Bir kız çocuk babası olduğumdan beri benim de kendime göre kâbuslarım var. Bunların en başında da motosikletler yer alıyor. Yanlış anlamayın, kızımın yaşı uygun hale geldiğinde bir motor alıp binmesinden endişe ediyor değilim. Benim endişem, kendisinin kullanacağı bir motosikletten çok, motosikletli bir oğlanın arkasına oturma ihtimalinden kaynaklanıyor.

Düşünün bir kere: 17 – 18 yaşındasınız, arkanıza güzel bir kız oturmuş, iki eliyle sıkı sıkıya size sarılmış, başını sırtınıza yaslamış.. Hangi trafik kuralına uyar, hangi babanın nasihatini dinlersiniz ki?

Yüzünüzde süratin neden olduğu rüzgârın serinliği, belinize yapışmış kızdan içinize doğru akan sıcaklık, altınızdaki aletin sizi sanki gökyüzüne fırlatacakmış hissini veren gücü… Yok hayır, böyle durumdaki bir delikanlıdan ne trafik kurallarına uymasını bekleyebilirim, ne de ebeveynin ‘modası geçmiş’ öğütlerine kulak asmasını.

İşte benim kâbusum bu.

Allah’tan Türkiye’nin şartları bugün için gençlerin büyük çoğunluğunun motosiklete heves etmesine pek imkân vermiyor.

Dün sabah Marlboro Katalanya Grand Prix’sini izlemek üzere Formula 1 yarışları için yapılmış piste doğru giderken sağımızdan solumuzdan geçip gidiveren motosikletlere ve oğlanların beline yapışıp, saçlarını kasklarının altından rüzgârın önüne bırakıvermiş kızlara bakarken bunları düşünüyordum işte.

Daha önce canlı motosiklet yarışı hiç İzlememiştim. Eurosport’ta bir iki kez, o da sonuna kadar tahammül edemeden boş gözlerle bakmış ve sivrisinek vızıltısını andıran sesleri çıkaran aletlerin arasındaki mücadelenin nasıl olup da pist kenarına yığılmış yüz bine yakın insana heyecan verdiğini anlayamamıştım.

Bunu anlayabilmek için pist kenarına kadar gitmek gerekiyormuş.

Bir kere televizyonda yüksek volümlü sivrisinek vızıltısını andıran ses, hiç de öyle değil.

Yarış öncesi motorların ısıtılması sırasında başlayan, ısınma turunda giderek artan ve nihayet yarışın startında zirvesine ulaşan sesi, daha önce duymamış birilerine tarif etmek çok zor.

Motorların ısınmaya başlaması ile birlikte vücudunuzdaki adrenalinin arttığını hissediyorsunuz. Yarışa katılan bütün motorların tüm güçlerini gösterdikleri start ise sanki içinizde bir adrenalin bombasının patlamasına yol açıyor. Zaten onun verdiği enerji olmasa üç kategoride toplam 300 küsur kilometre süren yarışı ayakta durup izlemenize imkân olamaz.

Size daha önce sözünü ettiğim ve motosikletlerin yarış sırasında çıkardığı sesleri içeren CD’lerin neden kapış kapış satıldığını artık daha iyi anlıyorum.

Motosiklet yarışlarında, Formula l’deki gibi ‘pit stop’lar yok. Yarış başlıyor ve 23 tur sonra (yüz kilometreden biraz fazla) bitiyor. Yarış sırasında başına bir teknik arıza gelenin yapabileceği tek şey yarışı terk etmek. Böylece insan ile makine arasındaki en mükemmel uyumu yakalayabilen takım yarışı kazanıyor.

Yarışçılar kolayca tahmin edebileceğiniz gibi son derece genç. En yaşlısı 25 – 26’yı ancak buluyor. Elbette kenarda onları bekleyen bir sevgilileri var. Yarış boyunca padokta durup tırnaklarını yiyerek yarışın sona ermesini bekliyorlar. İçlerinde uğur getirsin diye sevgilisinin kullandığı motosikletin renklerinde giyinenler mi ararsınız, tırnaklarını – dudaklarını garip renklere bulayanlar mı? Hepsi burada var.

Motosiklet yarışları da tıpkı otomobil yarışları gibi aslında markalar ve bu markaların desteklediği takımlar arasında geçiyor. Ancak yarış pilotlarının milliyetleri yarışa uluslararası bir hava vermeye yetiyor. Seyirciler ellerinde ülkelerinin bayrakları ile kendi vatandaşı pilotlara destek veriyorlar.

Barselona notları burada bitiyor. Yarın Fenerbahçe – Steau maçı için Bükreş’te olacağım. Fener’e şans dileyin!