Geçtiğimiz aralık ayında Lüksemburg’daki zirvede, Türkiye’nin AB’ye aday 11 ülke arasında sayılmaması, Avrupa’dan dışlanmakta olduğumuz şeklinde yorumlanmıştı.
AB Dönem Başkanlığı’nın bu yıl başında İngiltere’ye geçmesinin ardından Cardiff’te yapılan zirve, Türkiye’nin AB üyeliği kapılarının aslında tamamen kapatılmamış olduğunu ortaya koymuştu.
Cardiff toplantısında Türkiye’nin ‘öteki aday ülke’ olarak nitelenmesinin ardından önceki gün açıklanan ve nedense bazı gazetelerin görmemeyi tercih ettikleri Hans Van den Broek’in raporu, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne aday 12 ülkeden birisi olarak niteledi.
AB Komisyonu aralarında Türkiye’nin de olduğu 12 aday ülkenin izlenerek bir ‘gelişme raporu’ hazırlanmasını öngörmüştü. Bu konuda Kopenhag Kriterleri’nin dikkate alınacağı biliniyordu ve Van den Broek’in raporu da bu bilgiyi teyit ediyor.
Türkiye açısından Cardiff’te ortaya çıkan fiili durumun resmileşmesi anlamına gelen bu rapor sanıyorum önümüzdeki günlerin en çok tartışılacak konularından birisi olacak. Üyelik sürecindeki teknik ve mali yardımlara ilişkin konuların yanı sıra, Türkiye’nin siyasi durumu, demokrasisinin düzeyi de sık sık gündeme gelecek.
Türkiye’yi yıllardır yöneten merkez sağ iktidarlar, Avrupa Birliği’ne üyelik konusunu ısrarla bir ‘ekonomik olay’ olarak görme eğilimindeler. Türkiye’nin ekonomik gelişmişliği, pazarın büyüklüğünün Avrupalı şirketlerde uyandıracağı iştah gibi faktörler öne çıkarılıyor, Avrupalı olmanın siyasi boyutları görmezden geliniyor.
Türkiye her fırsatta Avrupa Birliği’ne tam üye olma kararını vurguluyor ama demokrasisindeki eksiklikleri gidermek yolunda da neredeyse hiçbir adım atmıyor.
Bunun da ötesinde, Kopenhag Kriterleri esas alınarak yapılan değerlendirmelere ilişkin yorumlar, ‘iç işlerine müdahale’ olarak kabul ediliyor. Nitekim, Van den Broek’in raporu, Dışişlerimiz tarafından ‘Türkiye’ye yönelik siyasi değerlendirmelerde bazı mesnetsiz iddialar’ içerdiği için eleştiriliyor.
Oysa hepimiz biliyoruz ki bugün Avrupa Birliği üyesi her hangibir ülkede suç sayılmayan birçok fikir ve eylem Türkiye’de suç sayılıyor. Parlamentomuzun yapısı ve Türkiye’nin siyasi
dengeleri dikkate alındığında, Avrupa standartlarındaki bir demokrasiye ulaşma imkânımız da ne yazık ki hâlâ bir ‘rüya’ değerinde.
Önümüzdeki aralık ayında Viyana’da yapılacak zirve büyük bir ihtimalle Türkiye’nin 12. aday ülke konumunu daha da pekiştirecek. Bu durumda Türkiye’yi yönetenlerin Avrupa Birliği’ne üyelik konusundaki samimiyetlerini de test etme imkânı bulacağız.
Avrupalı Türkiye’nin hedef alacağı standartların neler olduğu bellidir ve bunlar yalnızca ekonomik içerikli olanlar değildir. Eksiksiz bir demokrasi, gerçek bir hukuk devleti için de yapılması gerekenler vardır ve başımızı ‘iç işlerimize müdahale’ kumuna gömmek işe yaramaz.