Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

 Bugün Radikal’in birinci sayfasında yer alan haber Alaattin Çakıcı ile birlikte Nice’te yakalanan ‘koruma’nın bundan 20 yıl önceki marifetlerini gözler önüne seriyor.
Radikal’in yazıişlerindeki arkadaşlarla beraber gazete arşivlerinde iz sürerken okuduklarımız bugünkü sorunlarımızın nereden kaynaklandığını da açıklıkla ortaya koyuyor.

Yakalandığı ilk günden beri ısrarla sabıkası olmadığı ileri sürülen Muradi (ya da Murat) Güler 1978 yılının kasım ayında Sağmalcılar Cezaevi’nden kaçanlar arasındaymış.
Onunla birlikte cezaevlerinden kaçanlar arasında kimler yok ki.. Ferhat Tüysüz, Veli Can Oduncu vs…
Zamanın İstanbul Emniyet Müdürü olan Hayri Kozakçıoğlu’nun gazetelere konuyla ilgili olarak verdiği demeç dikkat çekici: Tutuklular kaçmamışlar, salıverilmişler…
Murat Güler’in adı gazetelere iki yıl sonra bir kez daha geçmiş: CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu’nun öldürülmesi..
CHP Milletvekili Köksaloğlu’nun öldürülmesini takip eden bir hafta içinde iki büyük siyasi cinayet daha var: Nihat Erim ile Kemal Türkler’in öldürülmesi.
Türkiye’yi 12 Eylül darbesine götüren yolda önemli kilometre taşları..
Rahmetli Örsan Öymen o günlerde şöyle yazmış: Bu zorbalarla devletin güçlerinin arasındaki organik bağ kesilmediği sürece daha çok bayrağa sarılmış tabut göreceğiz..
12 Eylül’ün yarattığı ortamdan sonra bu katillerle ilgili izler de kayboluyor.
Taa ki Susurluk’taki malum kazaya kadar…
Susurluk kazası Çakıcı, Güler, Oduncu gibilerin meslektaşı Abdullah Çatlı’nın ve devlet içinde yuvalanmış çetenin yakayı ele vermesine yol açıyor.
Devletin bazı organlarının bazı kirli işlerde bu tür eski katilleri kullandığını ve bu ilişkinin neredeyse kesintisiz bir süreç taşıdığı ortaya çıkıyor.
Çakıcı’nın yakalanışının ardından ortaya çıkan ‘defteri ve mührü orijinal’ ‘sahte’ kırmızı pasaportun izini sürecek olursak da aynı yere varacağımıza hiç kuşku yok.
Örsan Öymen’in kehaneti aradan geçen 20 yıla rağmen geçerliliğini koruyor.
Türkiye toptan bir arınma süreci geçirmedikçe daha çok Çakıcı’lar, daha çok Çatlı’lar göreceğiz.
Daha çok bayrağa sarılmış tabutların ardından yürüyeceğiz.
Devlet büyüklerimiz kara gözlüklerin arkasına sakladıkları gözlerinden daha çok sahte gözyaşı dökecekler ve ‘kanı yerde kalmayacak’ demeçleri verecekler…
Mesut Yılmaz’ın önünde demokratik Türkiye tarihine geçmek için bulunmaz bir fırsat daha doğuyor.
Bakalım o hangisini tercih edecek? Türkiye’yi kirli siyasetten temizleme yürekliliğini gösteren bir başbakan mı olacak, yoksa kendisinden öncekiler gibi olup biteni seyretmekle mi yetinecek?
Eğer tercihi birinciyse ‘defteri ve mührü gerçek’ kırmızı pasaport orada duruyor. İzi sürmeye oradan başlayabilir.