İstanbul Boğazı’na yapılması tasarlanan üçüncü köprünün öyküsü bizlere nasıl bir ülkede yaşadığımızı bir kez daha hatırlama fırsatı verdi.
Arnavutköy ile Kandilli arasında yapılacağı ileri sürülen yeni köprü öyle görünüyor ki eski Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu’nun ‘kişisel girişimi’nden başka bir şey değil.
Ortada bir proje yok. İsmet Berkan başta olmak üzere Ankara Büromuzun tüm elemanları başvurulabilecek her yere baktıkları halde üçüncü köprü için yapılmış bir çalışmaya rastlamadılar.
Ne maliyeti belli, ne güzergâhı… Kentte yol açabileceği yeni kentsel sorunlar ile ilgili olarak yapılmış bir çalışma da yok. Bu projeye alternatif olabilecek diğer projelerle karşılaştırma imkânı verecek herhangi bir bilgi de yok..
Ortada sadece bir eski bakanın ihaleye çıkılacağına ilişkin demeci var. Bu demece bakarak köprünün Arnavutköy ile Kandilli arasında yapılacağını öğreniyoruz. O kadar… Ne bakan ne de Bayındırlık Bakanlığı’nın herhangi bir yetkilisi daha fazla bir şey söylemiyor.
Olan biten ne varsa hepsi kapalı kapılar ardında cereyan ediyor. Kimse kentin asıl sahiplerinin görüşünü sormuyor, bu projenin kentte yaratacağı etkileri tartışmak istemiyor. ‘Ben devletim, ne istersem yaparım’ anlayışı bir kez daha kendini olanca çıplaklığı ve ilkelliği ile ortaya koyuyor.
Kamuoyu hiçe sayılıyor, vatandaş affedersiniz eşek yerine konuluyor.
Büyük bir ihtimalle birileri bir yerlerde alınacak avantaların ve yaratılacak kentsel rantın nasıl yağmalanabileceğinin hesaplarını yapıp, tatlı hayaller kuruyorlar.
İstanbul yakın bir gelecekte 9 milyon nüfusu barındıracak bir büyük şehir. Uzun bir geçmişi olan tarihi büyük kentler gibi bir suyolunun kenarına kurulmuş. Paris, Londra, Viyana, Roma, Budapeşte gibi büyük kentler kenarına kuruldukları nehirlerin ayırdığı iki yakalarını sayıları yirmiyi geçen köprülerle birleştiriyorlar. Oralara bakınca birçoğundan daha büyük olan İstanbul’un da iki yakasının köprülerle birleştirilmesi normal gibi görünüyor.
Ama önemli bir fark var. İstanbul kentsel gelişme planlarını uygulayamayan, adeta rüzgârın yönüne göre kendi büyüme çizgisini yaratan bir kent. İkinci köprünün çevre yollarının yapımı sırasında ortada var olmayan yerleşim birimleri şimdi nüfusun önemli bir bölümünü barındıran dev gecekondu semtlerine dönüşmüş durumda. Yeni köprünün de aynı şekilde kent içi yerleşimi etkileyeceğini görmemek için kör olmak gerek.
İstanbul Boğazı’nı geçen köprülerde yoğunlaşan trafiğin en önemli özelliği bunun ticari bir trafik olmaması. Yani kentin iki yakası arasında mal ve hizmet taşımak hâlâ önemli bir sorun değil. Sorun, kent nüfusunun önemli bir bölümünün Asya tarafında yaşamasına karşılık, işyerlerinin Avrupa yakasında olması. Toplu ulaşım sistemlerinin yetersizliği nüfusu her gün özel otomobilleriyle sabah Asya’dan Avrupa’ya, akşam Avrupa’dan Asya’ya geçmeye zorluyor. Saatler boyunca köprüye çıkan kent içi yolları ve çevre yollarını tıkayan en önemli faktör bu.
Üçüncü, hatta dördüncü bir köprünün yapılması tabloyu değiştirmeyecek. Çok kısa bir süre sonra bu köprüler de kendilerinden öncekinin akıbetine uğrayacak. Yani hem kent içi yerleşimin dengesi bozulacak, çizgisi değişecek, hem de bu değişmenin yaratacağı yeni nüfus hareketi aynı yönde ilerleyecek.
İstanbul’un ihtiyacı yeni köprüler yerine, kent içi trafiğin yoğunlaşmasına yol açan sebepleri ortadan kaldıracak daha büyük çaplı bir proje. Bunun içinde bir kısım işyerinin Asya yakasına taşınmasını özendirmekten tutun da yeni yerleşim alanlarının Avrupa yakasında oluşturulmasına ve Asya yakasındaki nüfus artışının kontrol altına alınmasına kadar bir dizi tedbir de yer almalı. Elbette insanları özel otomobillerini kullanmak zorunda bırakmayan, hızlı, temiz, güvenilir toplu taşıma sistemlerinin yaratılması ve bu sistemlerin iki yakasının akılcı projelerle birleştirilmesi de unutulmamalı.
İstanbul’un trafik sorununa böyle geniş bir perspektiften bakmadığımız sürece, İstanbul Boğaz’ını üstü kapalı bir su yolu haline getirecek kadar çok köprü de yapsak sorunu çözemeyiz.
Bu konuya yine döneceğiz.
