Bir öfkeye mahkûm ettim kendimi
İspanyol gazeteci-düşünür Ortega Y. Gasset ‘Avrupa kültürü’ denen şeyin aslında ‘Cermen kültürü’ ve ‘Akdeniz kültürü’ olarak iki ayrı yüzü olduğunu söylüyor. Gasset’e göre Cermen kültürü derin gerçeklerin kültürü, buna karşılık Akdeniz kültürü ise ‘yüzeylerin’…
Dünya tarihi yüzyıllar boyunca adına Akdeniz dediğimiz bir içdenizin etrafında gelişti. Kimi zaman kuzeyinde, kimi zaman güneyinde… Doğu kültürleri, Helen kültürü ile bu denizin çerçevelediği alanda karşılaştı.
İtalyanlar da biz Türkler de yüzyıllardır bu kültürün etkisindeyiz. Aynaya baktığımızda gördüğümüz şey aslında kendi yansımamız; belki tersi ama o biziz, biz de o.
Bizim olaylar karşısındaki tepkilerimiz, düşüncelerimiz ne kadar yüzeyselse İtalyanların da o kadar yüzeysel.
Apo hadisesi bu ortak özelliğimizi bir kez daha keşfetmemize vesile oldu:.
İçi yazıyla dolu, ciddi görünüşlü İtalyan gazetelerinin, hiç susmayacakmış gibi konuşan İtalyan politikacıların dünyanın bu köşesi hakkındaki bilgilerinin ve görüşlerinin ne kadar yüzeysel olduğunu gördük. Dedim ya, aslında aynaya bakıyorduk, gördüğümüz kendi yansımamızdı ama tersiydi.
İtalyan politikacılarının davranışlarına karşı toplumumuzda yükselen tepkilerin ifade ediliş biçimi de aynı yüzeysellik derdiyle mustarip.
Günlerdir ‘İtalyan mallarını boykot’ adı altında geliştirilen eylem biçimlerindeki garipliği kastediyorum. İtalyan otomobillerini, İtalyan giysilerini, makarnalarını satın almamak, satmamak, raflardan indirmek diye yaptığımız şey biraz komik geliyor bana.
İtalyan otomobili dediğimiz otomobillerin üretildiği fabrikada 5 bin Türk işçisi çalışıyor. Yan sanayii ile birlikte sayı yüzbinleri buluyor. Viitrinlerine siyah çarşaf örten konfeksiyoncunun malları İtalyan markasını taşıyor belki ama onun fabrikalarında da beş bin Türk işçisi çalışıyor. Raflardan indirilen makarnalar, Türkiye’de Türk işçilerinin çalıştığı fabrikalarda, Türk çiftçisinin yetiştirdiği buğdaylar işlenerek üretiliyor.
Çağımızın kapitalist dünyasında hangi malın gerçekten İtalyan, hangi malın gerçekten Türk malı olduğunu ayırt etmek sadece etikette yazılı olan markaya bakarak yapılabilecek bir iş değil.
Boykot dışındaki protesto amaçlı gösteriler de aynı yüzeysellik içinde. Eli kılıçlı adamları İtalyan büyükelçiliğinin önünde havalara zıplatmak, kuru sıkı tabancalarla ateş etmek, ‘Roma’yı yakarız’ çığlıkları atmak günün gerçekleriyle bağdaşmıyor.
50 yıl öncesinin ilkel milliyetçi mantığıyla hareket ediyoruz. İtalyan malları satan mağazaların vitrinine Türk bayrağı astırarak bir şey elde ettiğimizi zannediyoruz. Benzerlerine sadece İran ve Irak gibi üçüncü sınıf Ortadoğu ülkelerinde rastlanabilecek türden protesto gösterileri yapıyor, komik maketler ve bayraklar yakıyoruz. Buzdolabı yakarken ‘Dağ başını duman almış’, bisiklet parçalarken ‘Onuncu yıl’ marşlarını söylüyoruz. Kendi ulusal değerlerimizin içini boşaltıyor, bir öfkenin mezesi haline getiriyoruz.
Terörist Apo’nun iadesini istemek, onu suç işlediği topraklarda yargılamak en doğal hakkımız. Bunun önündeki engelleri kaldırmak için elbette tepkimizi ortaya koymalıyız. Ama bunu yaparken kullanmamız gereken şey olan zekâmızı ihmal ediyor, onu biraz küçümsüyoruz.
İadenin önündeki engel olan idam cezasının neden hâlâ kaldırılmadığını, tüm dünyanın karşısına alnımızın açık çıkmasını sağlayacak demokratikleşme girişimlerinin neden başlatılmadığını kendimize sormuyoruz.
Kendimizi bir öfkeye mahkûm ediyoruz…