Önce şu tanımda anlaşmalıyız: Cezaevleri, adı üstünde, yasaların tarif ettiği suçları işleyen insanların, bu suçlarının cezasını çektikleri yerlerdir. Söz konusu suçların ve cezalarının günün gerçekleriyle bağdaşmaması (örneğin fikir suçları), hatalı ve eksik yargılama nedeniyle suçsuz insanların cezalandırılması gibi kamu vicdanını rahatsız edecek etkenler bu tarifi değiştirmez.
Burada yapılacak olan şey o şartları değiştirmektir. Yani hatalı ve eksik yargılamayı önleyecek tedbirleri almak, çağın gerektirdiği şekilde ceza yasalarını değiştirmek vs.
Öte yandan cezaevlerine konulan ‘suçlulara’ karşı devletin de görevleri vardır. Bu kişilerin cezalarını bitirdikten sonraki hayatlarını garanti altına alacak, onları topluma ve yasalara saygılı vatandaşlar haline getirecek düzenlemeleri yapmak devletin görevidir. Devlet ayrıca cezaevlerine koyduğu ‘suçluların’ insan olduklarını da hiç unutmamak durumundadır. ‘İnsanca yaşamak’ olarak tarif edebileceğimiz her şeyi tutuklu ve hükümlülere sağlamak devletin görevidir: Temiz bir yatak, sağlıklı bir cezaevi ortamı, düzgün beslenme olanağı, kişinin kendisini geliştirmesine imkân sağlayacak kültürel ihtiyaçların karşılanması, cezaevi düzeninin önceden konulmuş kurallar çerçevesinde herkese eşit uygulamalarla sağlanması vs.
Bugün cezaevlerinde yaşanan sorunun temelinde işte bunlar yatıyor: Cezaevleri mahkûmların cezalarını çektikleri bir yer olmaktan çıkmış durumda ve mahkûmlara insanca yaşam koşulları da sağlanamıyor.
Bayrampaşa’daki mafya çatışmasının temelinde de, iki gündür süren cezaevi isyanının gerisinde de bu gerçek yatıyor.
Bazı mahkûmlar için cezaevleri işlerini serbestçe görmeye devam edebildikleri bir ‘ofis’ görevini görüyor. Cezaevlerindeki mahkûmların özel kasaları bile var ve bir iddiaya göre bu kasalarda sırf Bayrampaşa’da 1 trilyon liraya yakın para bile var. Biz sade vatandaşlar, örneğin Bayrampaşa Cezaevi’ni merkez alan yarıçapı 400-500 metreye ulaşan bir alanda cep telefonlarımızla görüşemiyoruz ama cezaevinin içindeki bazı mahkûmlar cep telefonlarını serbestçe kullanmaya devam edebiliyorlar.
Siyasi hükümlülerin bulunduğu koğuşlar, bu illegal örgütlere dışarda olduklarından daha rahat, hatta bir anlamda ‘legal’ çalışma imkânı bile sağlıyorlar. Örgüt içi ideolojik eğitim buralarda dışarıya göre daha rahat yapılabiliyor, hatta tahta tüfeklerle askeri eğitim bile gerçekleştirilebiliyor.
Bu tablonun öteki yüzü de vahim: Cezaevleri her hükümlüye eşit insani yaşam koşulları veremiyor. Parası olmayan aç kalmak ya da bir örgüte (bu mafya da olabilir, siyasi bir örgüt de) kapılanmak tercihi ile karşı karşıya. Koğuşlarda haddinden çok hükümlü var, bir yatakta çoğu zaman iki, hatta üç kişi yatmak zorunda kalabiliyor. Temizlik ve hijyen birçok cezaevine yabancı kavramlar.
Türkiye öyle görünüyor ki kamuoyundaki tepkiye rağmen yakın bir gelecekte bir af daha ilan edecek. Hiç olmazsa bu af ile yaratılacak ara dönemde, cezaevleri yeniden dolmadan bu temel sorunu çözebilecek tedbirleri de şimdiden düşünmemiz gerekiyor. Aksi takdirde Bayrampaşa ve Ulucanlar’da yaşadığımıza benzer olayları hep yaşamaya devam edeceğiz. Yaşamları devletin namusuna emanet edilmiş hükümlüleri öldürerek ‘sorunu çözmek’ten daha zor bir yöntem bu. Ama demokratik ve çağdaş bir devlete yakışan da bu zor işi başarmaktır.