Hugo Pratt’ın çizgi roman kahramanı Corto Maltese’ye, daha küçük bir çocuk olduğu yıllarda, bir Çingene falcı avucunda ‘talih çizgisi’ olmadığını söyler. Maltalı Corto’nun buna yanıtı babasının usturasıyla avucuna boylu boyunca bir kesik atmak olur: “İşte talih çizgim, şimdi oku bakalım.”
Corto yaşamının her alanına kendi iradesiyle sahip çıkan bir insan tipidir. Ağzında sadece Brezilya’da yetişen bir tür siyah tütünden yapılmış ince uzun purosuyla ‘uzağa’, hep ‘uzağa’ gider. Umberto Eco’nun çizgi romanda geçen öykülerden yola çıkarak haritalar üzerinde yaptığı titiz bir araştırma Corto’nun dolaştığı evrenin gerçek dışı uçsuz bucaksızlığını gözler önüne seriyor. Bu ne bir tesadüf ne de romanın çizeri Pratt’ın cehaletidir. Corto, bilinçli bir kararla hayatını sadece yaşamak için yaşar. Avucuna kendi talih çizgisini çizecek kadar kararlı bir şekilde evreni kendi bakış açısına göre düzenler. Yaşamı yüceltir, bunu bir insan için en temel hakka dönüştürür.
Birer Corto Maltese olmamıza, o özgürlüğü yaşamamıza imkân yok elbette. Ne de olsa o bir çizgi roman kahramanı. Hiç yaşlanmıyor, saçları ağarmıyor, para kazanmak zorunda kalmıyor, çoğu zaman yediği içtiği şeyler için para ödemesi de gerekmiyor. Kadınları gözünü kırpmadan arkasında bırakabiliyor, bir boyuttan ötekine sonsuz bir kolaylıkla geçebiliyor.
Chantal Thomas, Cioran’ın “özgür olduğumu duyumsuyorum ama özgür olmadığımı biliyorum” dediğini aktarıyor.
Biz gerçek insanların sorunu da işte bu. Yaşamı ve evreni kendi isteklerimize göre düzenleyememek. Zaman zaman hissettiğimiz özgürlük duygusunun bir yanılsama olduğunu anlamamız için gerçeklerin duvarına toslamamız yetiyor. Bir tür çifte yaşam sanki bu. Bir yandan fiziksel olarak da algıladığımız ve “İşte bu benim hayatım” dediğimiz değerler bütünü, öte yandan hayal gücümüzü kullanarak ulaşabildiğimiz bir tür ‘ütopya yaşam’. ‘Kendinin dışına çıkma isteği’ de diyebiliriz buna.
Çizgi romanların kahramanları bunu kolayca başarabilirler, oysa biz fanilerin bunu başarması için ya sarhoş olmamız gerekir ya da körkütük âşık olmamız. Mistik kendinden geçme durumunu ya da hipnotizmayı da bunlara katabiliriz. Hepsi de aynı şeydir demek istemiyorum elbette. Ama özellikle ilk üçünün köklerinin ‘kendinden geçme duygusu’ndan beslendiğini rahatça söyleyebiliriz.
Aşkın insana her şeyi yaptırtma gücü olduğunu söyleyenler bunu elbette bizzat yaşamış olanlar olmalı. Her hareketimizin kurallarla sınırlandığı bir dünyada sadece âşık olanlara tanınmış ‘serserilik yapma hakkı’nın da bu durumun çaresizce kabulü olduğunu düşünüyorum.
Bir pazar sabahı için bunun çok da eğlenceli bir yazı olmadığının farkındayım.
Yazımın bu noktaya kadar gelmiş olmasının sorumlusu kim diye soracak olursanız onun yanıtı da Corto Maltese.
Çocukken bir yelkenli tekneyle dünya denizlerini gezecek bir kaşif olmayı düşlerdim. Şu yaşıma geldim hâlâ bir teknem yok, ama şimdi hiç olmazsa ‘siberuzayda’ kaşiflik yeteneklerimi deniyorum. Dün sabah Andaman Denizi’nde bir adayı, Koh Samui’yi keşfettim. Adanın Chaweng plajının kuzeyindeki burunda beş yıldızlı bir tatil köyü var. Corto Maltese’nin adını taşıyor. (Corto bir macerasında Chaweng’e de gitmişti.) Toprağı bol olsun Hugo Pratt bunu görseydi acaba ne düşünürdü? Corto’nun yaşlanıp yerleşik hayata geçmek zorunda kaldığını mı, yoksa paranın sonunda dünyanın en özgür kahramanını da kendine esir almayı başardığını mı?