RADİKAL

Denizli’nin horozları bellidir!

Hatırlayan kaç kişi kaldık, kimbilir?
Özay Gönlüm’ü dün kaybettik. Ankara’da iki gündür bir hastane odasında sürdürdüğü yaşam mücadelesini kaybetti Özay Gönlüm.

Yüzünü hatırlamasanız, ismini bilmeseniz de en azından bir türküsünü duymuş olmalısınız. Denizli’nin horozlarını anlattığı türküsünden söz ediyorum.
“Bellidir, yavrum anam bellidir / Denizli’nin horozları bellidir” diye başlayıp “Asmam çardaktan / Suyu bardaktan / Bi yol öpüverem kocaman kız / iliman yanaktan” diye devam eden türküden..
Belki eskiden solculuğa da bulaşmışlardansanız “Sobalarında kuru da meşe yanıyor Efem”i hatırlarsınız. Memed Aga’nın efelerin sağına oturup, çubuk tüttürdüğü türküyü.
Özay Gönlüm televizyon öncesi eğlence hayatımızın en renkli simalarından biriydi.
Ama o sadece eğlendirmekle kalmadı. 1966’da Ankara Radyosu’nda başladığı halk türküleri uzmanlığı görevi süresince tam 3 bin 400 Anadolu halk türküsünü derledi, notaladı, icra etti, bir daha hiç unutulmamak üzere Anadolu halkının binlerce yıllık zengin arşivine kaldırdı.
Tek kanallı, siyah beyaz televizyonumuz yayına başlayana kadar türküleri dillerdeydi ama kimse tarafından da tanınmıyordu. Ankara’da dolmuşa, otobüse bindiğinde halkımız sesinden tanırdı onu: “Aaa siz Özay Gönlüm değil misiniz?” Dost sohbetlerinde bazen tanınmamak için sesini nasıl değiştirdiğini anlatır, gülerdi.
Bir de Ziya Taşkent’le bir öyküsü vardı, herkesi güldürdüğü.. İkisi de keldi ve peruk takarlardı, belki bilmiyorsunuz. Otobüsle bir konser için Ankara dışına giderlerken uyuyakalmışlar, kafaları birbirine dayanmış şekilde uyurlarken perukları yere düşmüş. Muavinin yerde iki ‘kafa derisi’ bulunca nasıl dehşet içinde kaldığını gözümde canlandırabiliyorum.
‘Yâren’ adını verdiği bir de ‘çalgı’ icat etmişti. Gövdesi divan sazından biraz büyük, üç kollu bir çalgıydı bu. Cura, bağlama ve divan sazını birleştirmiş, tek başına bir halk türküleri orkestrası haline gelmişti. Bu üç değişik sazın tınısını Türkiye hiç yadırgamadı. Belki de bu yüzden Orhan Abi ‘Bir teselli ver’le bütün Türkiye’yi sarsarken, arabesk söylememekte direnmesine rağmen zirvede kalmayı başarabildi.
Sadece ‘türkücü’ de değildi. Televizyon ve radyolardan düzenli olarak her hafta yayımlanan ‘Nineden Mektuplar’ programında iyi bir tiyatrocu da olabileceğini kanıtlamıştı. Askerdeki torununa mektup yazan bir nineyi canlandırıyordu. Denizli (ve genel olarak İç Ege) şivesiyle yazılmış mektuplarda, o zamanki TRT denetiminin izin verdiği ölçüde taşlamalar ve toplumsal eleştiriler yapardı. Kendi yazar, kendi oynardı, çok yönlü bir sanatçıydı.
Kalitesizliğin bir yaşam biçimi haline geldiğini gördükçe daha çok içine kapandığını, sessizleştiğini düşünüyordum. Demek ki bunlara bir de hastalığı eklenmiş.
Özay Gönlüm gerçekten büyük bir sanatçıydı. Değerini bilmediğimiz dönemler olsa da, türkülerinin dilden dile dolaşmaya devam edeceğini düşünüyorum.
Bir şarkı “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok” diyor. Bahçelerdeki güller soldu, bülbüller çoktan gittiler. Artık horozlar da eskisi gibi ötmeyecek, buna eminim.