Dönme sakın, sana çok gülerim!
Başlık bir şarkı sözünden alınma. Bu şarkı cennet vatanımızın başka yerlerini bilmiyorum ama geçen yaz İstanbul’u kelimenin tam anlamıyla teslim aldı.
Şık lokallerde yaz boyunca gecede birkaç defa çalındığına, her çalınışında da eğlenmeye gelmiş genç kızlar ve kadınlar tarafından çığlık çığlığa söylendiğine tanık oldum.
Yurdumun genç kadınları, terk edip giden bir sevgilinin ardından söylenen bu şarkıda ne buldular ki onu böyle benimsediler ve âdeta bir tür marş haline getirdiler?
Yaz boyunca bu sorunun yanıtını aradım.
Herkes öyledir demek istemiyorum ama bir genelleme yapabilecek kadar da fikir sahibiyim ki sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın her yerinde, her yaşta, her sosyal sınıfta ve eğitim düzeyindeki kadın, bir başka kadının peşine takılıp giden ama sonra da dönmek isteyen erkeğe böyle davranmıyor. Dönmek isteyene çok gülmek yerine, hiçbir şey olmamış gibi kollarını açmayı tercih ediyor. İşte Hillary Clinton, işte Derya Tuna, işte Hülya Avşar ve isimlerini bilemeyeceğimiz daha binlercesi…
Güzin Abla köşeleri kadınlara böyle durumlarda sabredip ‘yuvayı kurtarmayı’ öneriyor. Her mahallede ve işyerinde sayısız örneklerini bulabileceğimiz ‘akıl verici’ler, ihanete uğramış hemcinslerine ‘bekleyenin kazanacağını’ öğütlüyor.
Geçenlerde Duygu Asena’nın Milliyet’te yayımlanan yazı dizisinde görüşlerine başvurulan Prof. Dr. Günsel Koptagel de ilginçtir aynı şeyi tavsiye ediyor: “Taken for granted. Olduğu gibi kabullenmek… Adamın gönlü kayıyor bir başkasına, âşık. Bu arada karısına karşı da korkunç bir vicdan azabı var. Bırakamıyor, ben bu kadına bunu yapamam diyor. O kadın akıllı kadındır. Erkeğin yaramazlığı denilen şeyde onu görmezlikten geliyor. İşi anlamaya çalışmadan balta, tüfek giren kadınlar kaybediyorlar.” diyor. Prof. Koptagel, erkeğin aldatması dediğimiz olayı, ‘canlılığı ayakta tutacak, çiçeğe su verecek, toprağını değiştirecek’ bir eylem olarak görüyor. Aldatılan eşe ‘anlayış, itidal, sabırla beklemeyi’ öneriyor.
Bütün önermelerin ortak noktası ‘bekleyen kazanır’. Kazanmak eylemine karşılık gelen şey de evliliğin devamının sağlanması oluyor.
Çünkü toplum kadını esasen ‘yuva yapıcı’ olarak konumluyor. Bir kere evlenen kadının ‘başardığını’, bunu hangi yolla olursa olsun koruyanın ‘kazanacağını’, boşananın ‘kaybedeceğini’ düşünüyor.
Bu öylesine baskın bir düşünce ki yukarıda da örneklerini verdiğimiz gibi
her gelir ve eğitim seviyesindeki kadının ortak paydasını oluşturuyor: Evlen ve yuvanı ne olursa olsun koru..
Sadakat bu durumda verilmiş tek taraflı bir söz sanki; kadını bağlıyor ama erkeği asla! Erkek ‘antrenmandayken’, kadının evde oturup beklemesi gerekiyor. Kadının da aynı şekilde ‘antrenman’a çıkabileceğinin düşüncesi bile toplumu irkiltiyor. Televizyon reklamında bu karşılığı alınca suratı asılan sadece basketçi İbo değil, bütün bir toplum.
Sanıyorum Hande Yener’in şarkısının kadınlar tarafından böyle canla başla söylenmesinin ve sevilmesinin ardında da bu yatıyor: Yapmak için çıldırdığı ama asla yapamayacağını bildiği bir davranışı yüceltmek, idealleştirmek isteği..