Düt.. Düt.. Mesaj alındı!
Cep telefonu mesajlarıyla ortaya çıkan şu son ‘skandal’la ilgili haberleri okuyorum da, bütün bunların matbaanın icadından yaklaşık 350 yıllık bir (1795’ten 1440’ı çıkarınız.) gecikmeyle haberdar olan insanların ülkesinde cereyan ediyor olmasına daha da hayret ediyorum.
Sanıyorum kitle haberleşme araçları arasında en çabuk Türkiye’ye ulaşan ve ulaştığından daha büyük bir hızla benimsenen medya cep telefonları oldu. (Evet, cep telefonlarını artık bir kitle haberleşme aracı olarak görebiliriz. WAP’ıyla, kısa mesaj servisleriyle yeni bir medya.) Gazete, radyo, televizyon, afiş vs. arasında bu açıdan cep telefonlarıyla yarışabilecek hiçbir şey yok.
Bu, sadece günümüz dünyasının küçülmesiyle, teknoloik gelişmenin sınırları artık ortadan kaldırmasıyla açıklanabilir mi? Belki.. Ama unutmamak gerekir ki bu küçülen dünyada bizden başkaları da yaşıyorlar ve cep telefonunun yaygınlaşma hızıyla bizimle yarışamıyorlar bile.
Cep telefonlarının kısa mesaj servislerinin (SMS) kullanımının neden bu kadar yaygınlaştığıyla ilgili bir yazı yazmak istiyordum ki Kadir İnanır-Buket Saygı skandalı patlak verdi. Eminim sizler de farkındasınızdır. Artık kalabalık yerlerde çalan telefondan daha çok mesaj alındığını haber veren sinyaller duyuluyor. Sevgililerin SMS ile haberleşmesinde anlaşılabilir bir yön var. Birbirlerine sürekli bir şeyler söylemek istiyorlar ve SMS de bunu kolaylaştıran bir faktör. Ama artık görüyorum ki herkes birbirine SMS yolluyor. Anneler, babalar, nineler, teyzeler halalar, uzak/yakın arkadaşlar.. Telefonla dertlerini anlatma imkânları olan insanlar neden SMS’yi kullanıyorlar? Bu sadece ‘ucuzlukla’ açıklanabilir mi? Yazıyla ve okumayla başı hiçbir dönemde hoş olmamış bir ülkenin insanlarının bu yeni alışkanlığının bir çözümlemesini yapmak, bugünkü toplumsal kültürümüzün karanlık bir yönünü de aydınlatmak anlamına gelebilir diye düşünüyorum.
Kitle haberleşme araçları bizim ülkemizde hep ‘görkemli’ şeyler oldular. Bunda bu girişimlerin öncülüğünü her zaman devletin yapmış olmasının da payı olmalı. Kimsenin konuşmadığı bir dille konuşan radyo ve televizyon spikerleri, kimsenin anlamadığı bir Türkçeyle yazan gazeteler, dergiler, kitaplar. Devlet ve onun bir tür gizli-açık izniyle yazıp konuşan aydınlar… Ülkemizde kitle medyası böyle gelişti ve kaçınılmaz olarak ‘görkemli’ ve ‘halktan uzak’ oldu. (İlk ticari halk gazetesinin geçmişinin sadece 52 yıl olduğunu hatırlatmak isterim. Bu, matbaanın icadından neredeyse 500 yıl sonrasına denk geliyor. Radyo ve televizyonda çok uzun yıllar halkın dinlediği hiçbir müziğin kendisine yer bulamadığını da tekrar hatırlatayım bu arada.)
Bu geçmişe bakarak acaba diye kendi kendime soruyorum: Cep telefonunun bir medya olarak bu denli yaygınlaşmasında esas faktör bunun gerçek anlamıyla sivil bir girişime dayanıyor olması mı?
Bu elbette bir gazete köşe yazısının ve köşe yazarının boyutlarını çok aşacak bir tartışma. Bu tartışmayı bilim adamlarına bırakıp Kadir İnanır-Buket Saygı olayına dönmek istiyorum ama yerim bitti. Onu da bu hafta içinde yapalım. Popüler kültürümüz hakkında kendimce çok önemli ipuçları görüyorum bu ‘skandal’da..