PARİS – Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) düzenlediği bir toplantı için Paris’teyim.
Toplantı ‘geleceğin dünyasının yapılanması için barış kültürünün yaygınlaştırılması’ politikası çerçevesinde Türk ve Yunan gazeteciler arasında düzenlendi. İki gün boyunca Ege’nin bir ‘barış denizi’ne dönüştürülmesi için iki ülke gazetecilerinin neler yapabilecekleri konuşulacak.
Aslına bakarsanız dünyanın en güzel kentlerinden birinde bir salona kapanmanın biz gazetecilere verilmiş bir ceza olduğunu düşünüyorum.
Paris’te bugünlerde mevsim normallerinin hayli üzerinde bir hava sıcaklığı var. Yaprak kımıldamıyor ve kentteki parkların yeşil alanları bikinileri, mayolarıyla güneşlenen insanlarla dolu. Paris’in ünlü kaldırım kafelerinin gölgelik olanları da cıvıl cıvıl. Bütün bu hengâme ve görsel şöleni bırakıp, bir salona kapanmak da pek akıl kârı değil. Konu Türk – Yunan barışı olsa da…
Toplantının bizim yaşımızdakiler için bence en ilginç yönü Costa Gavras ile Vassilis Vassilikos’u yeniden bir araya getirmesi. Bir tek Theodorakis eksik; yakın arkadaşı Zülfü Livaneli sayesinde bu eksikliği hissetmiyor olsak da…
Costa Gavras bu toplantının organizasyonu için Yunanistan’da aktif olarak çaba gösteren bir aydın. Biz onu daha çok ‘Z – Ölümsüz’ isimli filmin yönetmeni olarak tanıyoruz.
Paris’teki Yunan Büyükelçisi Vassilis Vassilikos da filme konu olan romanın yazarı. ‘Faili meçhul’ bir siyasi cinayeti anlatan roman 1970’lerde Türkçede de yayımlanmıştı ve hafızam beni yanıltmıyorsa 12 Mart teröründen nasibini toplatılarak almıştı.
Filmin müziği de kolayca tahmin edebileceğiniz gibi Theodorakis’e aitti. Bugün bile anılarda o dönemlerdeki tazeliğini koruyor Theodorakis’in ‘Z’si…
Paris’in buram buram kültür kokan ortamında Yunanlıların bu ‘kültür gösterisi’ karşısında bizim de ellerimiz armut toplamıyor elbette. Demin de belirttiğim gibi Zülfü Livaneli burada. Yaşar Kemal’i büyükelçi yapma durumunu hâlâ devletimiz içine sindirebilmiş değil ama, Türkiye’nin en ünlü aktristlerinden birisi, Filiz Akın da ‘sefire’ olarak burada ev sahipliğimizi yapıyor.
Türkiye ile Yunanistan arasında çözüm bekleyen belki onlarca sorun var. Ama en önemlisi herhalde iki ülkenin birbirlerine karşı güven duygularının eksikliği. Bu tür toplantıların vadesi belli olmasa da bir zaman süreci içinde bu güven duygusunun yaratılmasına katkısının olacağı düşünülüyor.
Buraya gelmeden önce arkadaşım İzmir Tolga’nın bana ulaştırdığı bir Yunan romanının Türkçe çevirisini okudum. Roman edebi olarak bir değer taşımasa da Abdi İpekçi Barış Ödülü yarışmasında derece almış. Türkçede bu kitabı yayımlayabilecek bir yayınevi çıkacak mı bilmiyorum, ama bence bu romanın yazarına hâkim olan fikir, Türk-Yunan sorununun temelini oluşturuyor.
Romanın kahramanı – yazarı – ataları Marmara Adası’ndan Yunanistan’a göç etmiş bir mühendis. Ailesi ve yaşlı annesi yıllarca kendilerini vatanlarından koparıp atan olaylardan Türkleri sorumlu tutuyor. Kahramanımız yıllar sonra ata topraklarını görmek üzere Marmara Adası’na geldiğinde oraya sürülmüş Giritli Türklerle karşılaşıyor. Kendi yaşadıklarının bir benzerini bu insanların da yaşamış olduklarını o zaman fark ediyor.
Yabancı olan şeye bakmanın aslında aynaya bakmak gibi olduğunu idrak ediyor: Gördüğü şey aslında kendi yansımasıdır ama ters çevrilmiş olarak!
Sanıyorum Türk – Yunan sorunu dediğimiz şey de Ege’nin aslında bir ‘ayna’ olduğunu herkes fark ettiği zaman çözülecek.
Evet, Ege bir ayna, karşımızda gördüğümüz de kendi yansımamız, ama ters çevrilmiş olarak!