Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Erbakan'ın susturma planı işe yaradı

 Türkiye’de her gün yaklaşık iki buçuk milyon adet gazete satılıyor. Çok değil, iki sene önce gazetelerin toplam satışı günlük 6 milyon adetin üzerindeydi.

İsmet Berkan bir süre önce yazdığı bir dizi yazıyla gazetelerin tiraj sorunlarına değindi. Azalan tirajların sebebinin gazetelerin kendilerinde aranması gerektiğini söyledi. Türkiye’de halkın gündemiyle gazetelerin gündeminin birbirinden farklı olduğunu, bunun da gazetelere duyulan ilgiyi azalttığını belirtti.

Söylediklerinin büyük bölümüne katılmamak mümkün değil. Ama bence bu tek başına gazete satışlarının yetersizliğine bir gerekçe olamaz.

Benzeri bir durum televizyonlar için de geçerli. Sadece televizyonları izleyerek bugünkü Türkiye’nin gündemini yakalamaya çalışacak olursanız, karşınıza gerçekten ilginç bir tablo çıkıyor. Ve esasen bu tablonun da Türkiye’nin gerçek gündemini çizdiği söylenemez.

Peki o zaman nasıl oluyor da televizyon daha çok seyredilirken, gazeteler daha az okunuyor.

Bence bunun nedenini biraz da geçmişimizde aramak gerek.

Biz ulus olarak yazmayı, okumayı pek sevmiyoruz. Matbaa bile icadından yüzyıllar sonra geldi ülkemize.

Bizim kültürümüz daha çok “sözel”. Yazıyla, okumayla pek başımız hoş değil.

Geçmişimizde çok okuyup, çok yazanların başının devletle ve onu temsil eden güçlerle nasıl belaya girdiğini yakından biliyoruz. Bu yüzden gazetelerin, dergilerin, kitapların tirajları nüfusumuzla oranlandığında komik bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Gazeteler bu dar çerçeveyi kırmak için hep bir arayış içinde oldular. Kimse gazetelerin, okumayı sevmeyen bir halka gazete okutmak için haberciliğe, araştırmacılığa yeteri kadar zaman ve para ayırmadığını iddia edemez. Basın teknolojisine yapılan yatırımın toplam tutarı, satılan her bir gazete başına yapılan yatırım açısından Batı’nın birçok ülkesiyle kıyaslanamayacak kadar yüksek.

Bugün Türkiye’de yayımlanan tüm gazeteler, Batı’da yayımlanan benzerlerine göre çok daha eğlenceliler. Çok daha geniş bir düşünce yelpazesini okuyucularına sunuyorlar. Ama yine de tirajlar istenilen düzeye bir türlü ulaşamıyor.

Gazete her birimiz için değişik anlamlar ifade etse de sonuç olarak ticari bir meta. Bir bütün olarak basın sektörü de bunun farkında ve “malını” pazarlayabilmek için pazarlamanın en temel tekniklerini sonuna kadar kullanıyor.

Promosyon bu yöntemlerin en çabuk sonuç vereni. Bu yüzden gazeteler promosyonu halka gazete okutmak için bir yöntem olarak yaygın olarak kullandılar. Bunun sonucunda gazete satışları günlük 7 milyon adete kadar da dayandı.

Refah Partisi – DYP koalisyonunun iki tarafı da gazetelere kendilerine göre “düşmanlık” besliyorlardı. Tansu Çiller’in bilinen kişisel nedenlerinin yanı sıra Erbakan’ın ve Refah Partisi’nin de gazetelerle ilgili sorunları vardı.

Gazeteler neredeyse tek vücut olarak Erbakan ve arkadaşlarının yapmak istedikleri şeyin aslında ne olduğunun farkındaydılar ve bunu sayfalarına yansıtmakta da çekinmiyorlardı.

Çiller ile Erbakan’ın gazeteleri susturmak, hiç değilse daha az satmalarını ve okunmamalarını sağlamak için yaptıkları planlar “promosyon kanunu” olarak bilinen bir yasayla hayata geçirildi. Promosyon yasaklandı, sınırlandı. Tüketiciyi korumak gibi yüce bir kılıfın arkasına gizlenerek yürürlüğe sokulan bu planın işe yaradığı görülüyor.

Bu konuya yeniden döneceğiz.