Farkı yaratan kadınlar
Türkiye tarihinin en büyük özelleştirmesi hatırlayacağınız gibi geçtiğimiz cuma günü sonuçlandı ve Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’ne tek kalemde 1 milyar 260 milyon dolar girdi.
Radikal de dahil olmak üzere bütün gazeteler doğal olarak bununla ilgilendiler. 1 milyar 260 milyon dolarlık ödemenin Türkiye Hazinesi’ne bugüne kadar tek kalemde giren en büyük para olduğunun altını çizdiler.
Rakamlar bu düzeylere çıktığında şahsen bana hiçbir şey ifade etmiyor. Ne böyle bir para kazanma olanağım var, ne de kazansam bu kadar parayla neler yapabileceğimi biliyorum. Doğrusunu isterseniz böyle bir servete sahip olmayı istemiyorum da…
Bu nedenle özelleştirme törenini televizyonda izlerken dikkatimi çeken şey herkesinkinden farklı oldu.
1 milyar 260 milyon dolarlık çeki imzalayarak ilgili bakana teslim edenlerden biri kadındı:
Doğan-İş Petrol Yatırımları Yönetim Kurulu Başkanı İmre Barmanbek.
Bir kadının böylesine büyük bir ‘ticaret’ işinde zirvenin en üst noktasına kadar tırmanması yanılmıyorsam ilk kez karşılaştığımız bir olay. Ve yine bilgilerim beni yanıltmıyorsa dünyada bir ikinci örneği de yok. Elbette babasından, dedesinden miras yoluyla kendisine kalan işleri yönetmek durumunda olan kadınları kastetmiyorum.
Söz konusu olan, yaşıtı erkeklerle eşit koşullara hiçbir zaman sahip olmadan girdiği bir yarışta, önündeki bütün engelleri aşıp bu arada bir de mükemmel çocuk yetiştirdikten sonra mesleğinde en üst noktaya çıkmayı başarabilmiş bir kadındır. Hepimizin okuduğuna benzer okullarda okuyan, hepimizin yetiştiğine benzer aile ortamında yetişen bir kadın..
Kadınların iş ve öğrenim hayatında giderek öne çıkmaya başladıklarının örneklerini çok sık görmeye başladık. En azından kendi mesleğimde kadınların bundan 10 yıl öncesine göre nasıl geliştiklerini ve ilerlediklerini somut olarak görebiliyorum. Örneğin bu gazetenin yazıişleri müdürü de bir kadın. Aynı şekilde Hürriyet ve Posta gibi Türkiye’nin en çok satan iki gazetesinin künyesinde de yazıişleri müdürü olarak kadınların ismi çıkıyor. Gazetecilik öğrencileri arasında düzenlenen çeşitli yarışmalarda öne çıkanların büyük bölümünün de genç kızlar olduğunu görüyorum.
Dün sonuçları açıklanan ÖSS de kadınların Türk toplumunda artık geri döndürülemeyecek bir şekilde ileriye atıldıklarını gösteriyor. İlk bine giren öğrencilerin beşte üçünü kızlar oluşturuyor.
Taa Pisagor’dan beri ‘akıl’ erkekle özdeşleştirildi. Felsefe tarihi boyunca kadınların ‘öteki’ cins olarak nitelendiğine, erkeğe göre daha aşağı bir statü içine sokulmaya çalışıldığına tanık olduk. Söz konusu olan kadınlığın basit anlamda dışlanması değildi. Bizatihi ‘kadın’ kavramı bu dışlama yoluyla oluşturuldu. Kadınları sadece onlara ‘özel’ bir alana hapsetmeye yönelik bir düşünsel çerçeve oluştu, gelenekleşti. Düşünsel planda ‘akıl idealleri’ cinsel farklılıkları yok etmek bir yana, bu farklılığın oluşmasına yardımcı oldu.
Bugün geldiğimiz noktada, modern yaşamın hüküm sürdüğü bütün dünyada bu farklılığın artık ortadan kalkmaya başladığını görüyoruz. Tarih boyunca değişen insan ilişkileri, artık kadınlar ile erkekler arasındaki eşitlik fikrini bir ütopya olmaktan çıkarıyor.
Dünyanın öbür medeni yerlerinde yaşanan gelişmenin bir benzerinin, ‘nüfusunun yüzde 99’u müslüman’ bir ülkede gerçekleşmesinin çok özel anlamları var. Pakistan’da, Suudi Arabistan’da, İran’da, Kuveyt’te, Endonezya’da, Afganistan’da yaşananların tam tersini yaşıyoruz. Bu gelişmenin hiçbir zaman geri döndürülemeyecek bir toplumsal değişim sürecini beslediğine inanıyorum. Belki de Türkiye ile öteki Müslüman ülkeleri en kesin çizgiyle ayıran tek fark da bu.