Gazetecinin kılığı sorunu
Gazeteci yaptığı işin tabiatı gereği biraz dağınık bir insandır.
Gerçi içimizde ‘hastalık’ derecesinde tertipli olanlar da vardır ama erkeklerin büyük çoğunluğu tıraşsız gezmeyi, ceplerimizde parça bölük bir tomar kâğıtla dolaşmayı, ütüsüz bol pantolonlar ve sayısız cebi olan yelekler giymeyi severiz. Kız arkadaşlarımız da erkekler gibidir. Blucin giymeyi, içleri karmakarışık bavul yavrusu çantalarla dolaşmayı tercih ederler.
Ankara bürolarında çalışanlar kentin genel havasına uygun olarak daha kuralcıdırlar. Kravat takarlar, tayyör giyerler, daha tertipli görünürler ama ruhlarındaki dağınıklığı her hareketlerinde kolayca görebilirsiniz.
Şimdi nerede okuduğumu hatırlamadığım eski bir metinde gazeteci ‘omuzlarında kepekler olan, kravatından öğlen ne yediği anlaşılan, cepleri heybe gibi bollaşmış ceketler giyen, dudağının bir kenarından sigara sarkan ve külünü üstüne döken’ insanlar olarak tanımlanıyordu.
Son günlerde iki olay gazetecinin ‘nasıl giyinmesi gerektiği’ tartışmalarını meslektaşlarımız arasında gözde bir konu haline getirdi.
Bir tanesi Serdar Turgut’un anlattığı bir öyküydü. Benzerlerine ülkemizde de sık rastlandığından olay Amerika’da da meydana gelmiş olsa bizleri etkiledi. Diğeri ise Basın Kartları Komisyonu’nun ‘türbanlı’ gazetecilere basın kartı vermeyi reddetmesiydi.
Amerika’daki olay özü itibariyle bir ‘cinsel taciz’ konusuydu aslında. The Washington Post’un polis muhabiri olan bir kadın gazeteci haber kaynağı olan bir polis müdürü tarafından cinsel tacize uğradığını söyleyerek basın kuruluşlarını ve kendi gazetesini bu duruma tepki göstermeye çağırdı.
Sahibi bir kadın olan Post’un ‘maço’ yönetiminin buna yanıtı benim kişisel olarak kanımı donduruyor. Muhabire kılık kıyafetinin çok açık olduğu ve böyle tacizlerle karşılaşmak istemiyorsa daha kapalı şeyler giymesi gerektiği söylenmişti.
Tipik bir ‘sen de kaşınmışsın kardeşim’ havası sizin anlayacağınız… Benzerlerine tecavüz kurbanı birçok kadının maruz kaldığı aşağılık maço bir tavırdı bu ve cinsel taciz ile bir kadının istediği gibi giyinme hakkı arasındaki çok kalın çizgiyi yok sayıyordu.
Tecavüz kurbanı kadınların özellikle polis ve mahkemelerde kendilerine yönelik ‘sen de kaşınmışsın’ tavrından çok olumsuz etkilendikleri ve bu yüzden birçok tecavüz kurbanının polise bile gitmeye cesaret edemediği bilinen bir gerçek. Bu tavırla en çok mücadele etmesi gereken gazetecilerin kendi içlerindeki bir soruna böyle yaklaşmaları toplumdaki maço ahlak anlayışının köklerinin aslında ne kadar derinlerde olduğunu gösteren bir örnek.
Gazete yönetimleri kendi çalışanlarının kılık kıyafetlerini bazı kurallara bağlama hakkına elbette sahipler. Ancak böyle kurallar olsa bile buna aykırı davranması bir kadının cinsel tacize uğramasını mazur gösteremez.
Bizdeki olaya gelince… Gazetecilerin çalışma şartlarını düzenleyen kanun gazeteciye, çalıştığı işyeriyle politik görüş ayrılıklarına düşme durumunda istifa ve tazminat alma hakkı tanıyor. Ayrıca mesleğimizin gelenekleri de gazetecinin siyasi bir görüşe sahip olma, bu görüşü savunma hakkını tanıyor. Nitekim gazete yazarları arasında siyasi parti genel başkanları bile var ama kimsenin aklına ‘siyasi bir tavrınız var’ gerekçesiyle ellerinden basın kartlarını almak gelmiyor. Ama iş bu siyasi görüşü türbanla ifade etmeye gelince cadı kazanları kaynatılıyor ve gazetecinin ‘gazeteciliği tanınmıyor’. Gazetecinin çalıştığı kurum ve kendi vicdanı dışında kimsenin karışmaya hakkının olmadığı bir alana tecavüz ediliyor.
Bunun demokratik ve ahlaki bir karar olduğunu söyleyebilir misiniz?