İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir’in göreve başlamasından bu yana İstanbul’da çok şeyin değiştiğini biliyoruz.
Özdemir ve arkadaşlarının bir suç cenneti haline gelen bu dev kenti temizlemek için olağanüstü bir gayretle çalıştıklarını da..
İstanbul’da ben şahsen birçok polis tanıyorum. İçlerinde yönetici konumda olanlar da var. Bitmek bilmez bir enerji ile gece gündüz demeden kendilerini yaptıkları işe adadıklarının tanığıyım.
Öte yandan hepimiz biliyoruz ki İstanbul’da görev yapan polisler arasında kendilerine tanınan görev yetkilerinin dışına çıkma eğiliminde olanlar da var. Hatta bunu bir alışkanlık haline getirenler var. TBMM’de işkence ve kötü muameleyi soruşturmak için kurulan komisyonun tespitlerini hafife alamayız. Filistin askılarının, falakaların, özel işkence odalarının varlığını yadsıyamayız.
Önceki gün CNN Türk gerçek bir gazetecilik başarısı göstererek bir karakolda çekilmiş işkence görüntülerini yayımladı. Dünkü Radikal’in manşeti de bu habere ayrılmıştı.
Söz konusu haber kendisinden ‘Hortum Süleyman’ olarak söz edilen bir polis memurunun yaptığı ve alışkanlık haline getirdiği işkence ile ilgiliydi.
Emniyet Müdürü Hasan Özdemir bu konuda dün gazetecilere çıkıştı. Özdemir’in ağzından duymaya pek alışkın olmadığımız ifadelerdi bunlar. Alışkın olmadığımız gibi herhangi bir polis şefinin de söylememesi gereken sözlerdi.
Özdemir’in sözlerini okuyalım: “Bir polis memurunu sizin isteğinizle mi açığa alacağız? Siz ülkeyi yönetmeye çalışıyorsunuz. Gazeteciler mi ülkeyi yönetiyor? Bunlar dört yıl önce olmuş şeyler. O zaman biz görevde yoktuk. Böyle bir görüntü var ise neden önceden bize verilmedi?”
Söz konusu olan kişi işkence yaptığı video filmiyle tespit edilmiş bir görevlidir. Elbette onun bu eylemine bakarak İstanbul’daki ya da ülkenin öteki yerlerindeki tüm polisleri suçlamak kimsenin aklına gelmez. Ama söz konusu kişi hakkında bugüne kadar verilmiş 200’e yakın şikâyet dilekçesini yok sayanlar kimlerdir? Görmezden gelenler kimlerdir? Onu yıllardır İstanbul’un en önemli merkezlerinde görevde tutanlar kimlerdir? İşte onları suçlamak hepimizin hakkıdır. Bu hasta ruhlu kişiyi, hakkında bunca şikâyet varken görevde tutanlar da en az onun kadar suçludur. Görevleri suçu önlemek ve suçluları yakalamak olanların, işlenen bir suçu görmezden gelmelerine ne ad vermeliyiz? Suç ortaklığı uygun bir tanım olabilir mi? Ya da görevi ihmal?
Özdemir ve Emniyet Genel Müdürü olayın dört yıl önce meydana geldiğini söylüyorlar. Bu bir savunma mıdır? Dört yıl önce bu suçu ortaya çıkarmadıkları için suçlanması gerekenler gazeteciler midir, yoksa o tarihte verilen şikâyet dilekçelerini görmezden gelen savcılar ve Emniyet görevlileri mi?
Gazetecilerin ülkeyi yönetmek gibi bir iddiaları elbette olamaz. Ülkeyi kimlerin yönetip, bu hale getirdikleri de ayrı bir konu. Ama elbette suç işlediği açıkça belli olan bir görevlinin açığa alınıp alınmadığını, hakkında soruşturma yapılıp yapılmadığını sormak, öğrenmek gazetecinin işidir. Gazeteci bunu kendi zevki için değil, halk adına yapar. Demokrasilerde vatandaş bu sayede olup bitenden haberdar olur, yöneticilerini denetleme, onların ne işler çevirdiklerini öğrenme imkânı bulur. Evet, bu işe burunlarını sokmak gazetecilerin hakkıdır.
Görevlerini yapmak için uğraşan gazetecileri “Size bir daha haber maber yok” diye tehdit edenler şunu hiç unutmamalıdırlar: Bir gün gazeteciler onlara da lazım olur. Tıpkı iktidardayken sansür yasalarıyla basını susturmak isteyen Necmettin Erbakan’a ve Tansu Çiller’e bugün lazım oldukları gibi..
Hep tekrarladığım bir sözle bitiriyorum: Türkiye’de işkence sistematik bir uygulamadır. Görevleri gereği işkenceyi önlemekle yükümlü olanlar, işkence yapan astlarını koruma eğiliminde oldukları için, işkencecileri korumak sistematik bir davranış biçimi olduğu için Türkiye’de işkence sistematik bir uygulamadır.
Bunu ortaya koyan gazetecilere kızmak yerine teşekkür etmek, Anayasa’ya ve yasalara bağlı bir Emniyet görevlisinin ilk işi olmalıdır.