Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kristal Elma goes to..

 Perşembe gecesi ‘Türk reklamcılığının Oscarı olarak nitelenen Kristal Elma’nın dağıtım törenine gittim.

Kristal Elma’nın neden ‘Pulitzer’ ile değil de Oscar ile karşılaştırıldığını ilk başta anlayamamıştım. Ama daha sonra sunucu Okan Bayülgen’in tıpkı Oscar törenindeki gibi “and Kristal Elma goes to..” şeklindeki seslenişini duyunca içim rahatladı. Gerçi Oscar kazanan artistlerin yaptığı türden kucaklaşmalar ve yanındaki kadını (erkeği) öpmeler yoktu, ama ödül törenine hâkim olan genel hava televizyonlardan izlediğimiz Oscar’a benziyordu.

Reklamcılığın esas olarak bir yaratıcılık ve dolayısıyla sanat mı olduğu, yoksa pazarlama faaliyetinin içinde yer alan profesyonel bir iş mi olduğu tartışmaları hep yapılıyor.

Bana sorarsanız bunların her ikisi birlikte geçerli.

Bu kanıya Türk reklamcılarının saçlarına, kılık kıyafetlerine bakarak vardığımı da hemen söylemeliyim.

İlk dikkatimi çeken şey saç tıraşları oldu. Etrafta yüzlerce İsmet Berkan’ın dolaşmakta olduğunu görüp dehşete kapıldım. Daha sonra bu duygumun yerini hafiften bir övünme aldı. Radikal’in birinci sayfasının ne kadar etkili bir reklam mecrası olduğunu anladım. İsmet Berkan’ın yıllardır iftiharla taşıdığı sıfır numara saç tıraşı Radikal’in sayfalarından taşmış ve bir moda olarak Türk reklamcılığını sarmıştı.

Ama bu profesyonel taklit yeteneğinin yaratıcılıkla pekiştiğini de görüp iftihar ettim. Çeşitli ekollere mensup reklamcıları da bu sayede ayırt edebilme imkânım oldu. Bir bölümü saçsız başlarına fötr şapka geçirmişti ve bütün gece boyunca sanki güneş varmış gibi şapkalarını çıkarmadan oturdular. Bu halleriyle ‘Saloon’da kumar oynayan kovboyları andırıyorlardı.

Bir bölümü (bunlar öteki ekol oluyor) gece karanlığında zifiri karanlık gözlükler takıyorlardı. Rahmetli fotoğrafçı arkadaşım Nermi Erdur’un dilinden düşürmediği deyimle ‘karanlıkta kara kemik yiyen kara köpek’ seyrediyormuş gibi bir duygu içinde olmalıydılar. Bunlarda hafiften mafyoso bir hava da vardı. Siyah takım elbiseler giymişler, gri gömleklerine koyu gri kravatlar takmışlardı.

Bir de benim gibi yaratıcılıktan uzak sıradan takım elbiseler giyenler vardı, ki onların varlığı da reklamcılığın aynı zamanda bir profesyonel meslek olduğunu ortaya koyuyordu.

Hanımlar da yaratıcılıklarını öncelikle saçlarıyla ortaya koyuyorlardı. Tanıdığım genç bir reklamcı hanıma saçına neden soba boyası sürdüğünü sordum. Bana onun soba boyası olmadığını başka bir şey olduğunu söyledi ama neydi unuttum. Bir diğer genç hanıma gece yatarken saçını nasıl açmayı düşündüğünü, bunun için bir tedbiri olup olmadığını sordum. Nasıl açılacağını o da bilmiyormuş. Gece açamazsa gündüz berbere gidecekmiş.

Dikkatimi çekti etrafta yüzlerce ‘spice girl’ vardı. Apartman topukları, minimini etekleri, açık göbekleri, vücudu saran saten pantolonlarıyla Pepsi reklamlarından fırlamış gibiydiler.

Gece biterken kararımı vermiştim. Reklamcılık esas olarak bir yaratıcılık mesleğiydi ve yaratma işi insanın kafasında başlıyordu. Bazıları bunu ilerletmişler kafalarının içi kadar dışıyla da reklamcı olmayı başarmışlardı.

Gecenin bende bıraktığı en önemli izlenim biz Türklerin aklına imaj denilince sadece kuaför salonlarının geliyor olmasıydı.