RADİKAL

Paşama sevdanın yolları…

 Geçen gün hayatımız Amerikan filmi gibi olsa ne iyi olurdu diye düşünüyordum. Anlatınca bana hak vereceksiniz.

Biliyorsunuz, Hollywood filmlerinde depresyondan dibe vurmuş insanları kurtarmakla görevli tipler vardır. Duruma göre kimi zaman kahramanın bir yakın akrabası, kimi zaman bir rahip, bazen bir taksi şoförü, çoğu zaman da bir barmen yürütür bu nöbetçi psikiyatrlık işini.
“Hey dostum” derler kahramanın önündeki tezgâhı silerken, “bugün geri kalan hayatının ilk günüdür. Tadını çıkar.” İşte o anda en karanlık depresyon labirentlerinde kaybolmuş kahraman kendine gelir. Kara gözlüklerini çıkartır, hayata bir başka bakmaya başlar. Kendini toplar, alkolü bırakır, değerini bilemediği sevgilisini yeniden elde etmek için ancak Hollywood senaristlerinin aklına gelecek türlü cambazlıklar ve şeytanlıklarla kızın kalbini yeniden kazanır ve mutlu bir hayata ilerler.
Zaten hiçbir şey Türkiye’deki gibi değildir. Garson kızlar hem filozof gibi konuşurlar, hem de adları Sharon Stone, Kim Basinger, Julia Roberts filandır.. Böyle bir ortamda elbette bir barmenin söylediği salakça bir söz bile insanın depresyonu unutmasına yeter de artar bile..
Üzerinize afiyet önce Antalya’da Fenerbahçe’nin kaybettiği iki puan, ardından ayağımı bir kez daha sakatlamam yüzünden ben de depresif bir durumdayım. Ve elbette bir film kahramanı olmadığım için de bu durumdan nasıl çıkabileceğimi kestiremiyordum.
Barlara gitme alışkanlığım da yok ki bir barmenin uyarısıyla kendime geleyim. Gittiğim lokantalardaki garsonlardan hiçbiri de felsefe doktorası yapmamış ne yazık ki. Bir iki tavsiye alırım diye bir taksiye binsem taksiciden dinlediğim dertler nedeniyle depresyonumun daha da derinleşmesi kaçınılmaz.
Ama kul sıkışmayınca hızır imdada yetişmiyor sözünün ne kadar doğru olduğunu da dün sabah bir kere daha gördüm. Ayağımın tedavisi ile uğraşan Fizyomed’in Nişantaşı’ndaki binasının göçmen kapıcısı dün sabah bana kapıyı açarken söylediği sözlerle yolumu aydınlatmayı başardı. Bana, “Bunların hepsi insanlar için beyim” dedi.
Bir anda gözlerim açıldı ve hayata daha mutlu bakmaya başladım. Üçüncü kata sakat ayağıma rağmen uçarcasına çıktım. Ama hiçbir şey Amerikan filmi gibi değildi. Ortalıkta ne Sharon vardı, ne de Julia. Üstelik solcu/muhalif bilinçaltım da yakamı bırakmıyordu. Kenan Paşa’ya takmıştı.
Madem ‘bunların hepsi insanlar içindi’ de neden Kenan Paşa’nın payına mini etekli mankenlerle erken Cumhuriyet Bayramı kutlaması düşerken, ben aynı saatlerde Çarkıfelek seyretmek zorunda kalıyordum? Kenan Paşa iktidardan devirdiği Süleyman Bey’le bu mutlu gününü paylaşırken, mahkeme kararıyla yaşı büyütülüp asılan Erdal Eren’in ruhu ne durumdaydı?
Galiba talihsizliğimizin esas nedeni bizlerin hayatının arabesk bir Türk filmine benziyor olmasıydı.
Başkalarına hep ‘sevdanın yolları’ düşerken, bizim payımıza ‘kurşunlar’ çıkıyordu.