RADİKAL

Raporun satır araları

 Susurluk Raporu önceki gece geç ‘saatlerde Başbakanlığın ani bir kararıyla kamuoyuna açıklandı. Bu yüzden gazetelerin “taşra baskısı” tabir edilen ve baskı merkezlerine uzak illere kamyonlarla gönderildiği için erken basılmak zorunda kalan nüshalarında “Susurluk Raporu” yoktu. O eksiklik bugün gideriliyor.

Başbakan Mesut Yılmaz’ın rapor kendisine ulaştığından beri takındığı tavrı doğru bulmadığımı daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Raporun kamuoyuna açıklanış tarzı eleştirilerin haklı olduğunu gösteriyor.

Bütün kamuoyunu bir koca yıldır meşgul eden Susurluk Olayı ile ilgili olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun hazırladığı böylesine önemli bir “inceleme”nin kamuoyuna açıklanış şekli bu olmamalıydı.

Başbakan bütün kamuoyunu ilgilendiren bu konuyu gazetelerin tüm baskılarına yetişecek şekilde bir basın toplantısı ile açıklamalıydı. Gazetecilerin sorularını yanıtlamalı, rapor ile ilgili olarak kamuoyunda oluşan bazı tereddütleri gidermeliydi. Başbakan Yılmaz dün bu konuda bir daha açıklama yapmayacağını da söylediğine göre, bugüne kadar bölük pörçük yapılmış açıklamalarla yetineceğiz demek ki.

Dün Radikal’in yazı işlerinde raporu bir kez daha altını çizerek okuduk.

Bana en çok çarpıcı gelen yönü raporun Susurluk kazası ile ortaya çıkan çetelere olan yaklaşımı.

Kutlu Savaş’ın raporunun satır araları dikkatle okunduğunda görülüyor ki, çetelerden arınmış gerçek demokratik bir hukuk devletine olan özlem devletimiz tarafından paylaşılmıyor.

Rapor, bazı kişilerin nereden ve kimden aldıkları belli olmayan yetkilerle bazı insanları öldürmeye karar vermesini eleştiriyor ama bu duruma çözüm olarak getirdiği şey sadece “adam öldürme yetkisinin düzenli kullanımının sağlanmasından ibaret.

Yani bu cinayetleri işleyenler eğer devletin belirli kademelerinde verilmiş emirleri yerine
getirmekle yetinmiş olsalardı, kendi kendilerine de bazı kişileri öldürmeye kalkışmış olmasalardı Kutlu Savaş’ın bu duruma bir itirazı olmayacaktı.

Hakkında verilmiş bir mahkeme kararı olmaksızın kimsenin suçlu sayılamayacağını öngören açık yasa hükümlerimiz demek ki Kutlu Savaş tarafından da önemsenmiyor.

Devlet içindeki bazı kişi ve kurumlar belirli bir hiyerarşiyi gözetmek kaydıyla bu tür bir eylem içinde olabilirlermiş gibi gösteriliyor.

Bizim de zaten itirazımız bu noktadan kaynaklanıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yasaları terör suçu işleyenleri, teröristlere yardım ve yataklık edenleri, eylemlerini övüp propagandasını yapanları şiddetle cezalandırmaya yetecek hükümlerle dolu.

Devletin polisinin ve istihbarat örgütlerinin görevi bu kişileri yakalamak ve suç delilleri ile birlikte mahkemelere teslim etmektir. O kişilere, ele geçen deliller ışığında verilecek cezaların neler olabileceğini idam da dahil olmak üzere tespit etmeye yetkili tek merci bağımsız yargı organlarıdır.

Bu yetki her ne surette olursa olsun başkasına devredilemez, hele hele anayasasının açıkça güçler ayrılığını emrettiği bir ülkede bu yetki idarenin çeşitli organlarınca kullanılamaz.

Eğer Kutlu Savaş’ın raporuna hâkim olan anlayış devletin tüm kademeleri ve hükümet tarafından da benimseniyorsa işimiz gerçekten çok güç demektir.

Türkiye böyle giderse, ne zaman ve kimin emriyle bir infaza kurban gideceğimizi bilmeden yaşayacağımız bir ülke olacak.

Radikal’in manşeti işte bu kuşkuyu ifade ediyor. Anayasa ve yasadışı çetelerden bizi kim koruyacak, kime güvenebileceğiz?