Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Sinekler hiç doymaz!

 Sakallı Celal, Türkiye’nin batılılaşma çabalarını ‘doğuya giden bir gemide batıya doğru yürümek’ diye nitelemişti. Okuduğum bir kitap bu sözü bana yeniden hatırlattı.

Kitabın yazarı James Morier 19. yüzyılın başlarında İran’daki İngiliz Büyükelçiliği hizmetinde
çalışmış bir diplomat. Daha sonraları İstanbul’da da bulunmuş. Bir batılı gözüyle doğu toplumlarını izlemiş, temel karakteristiğini tespit etmeye çalışmış. ‘İsfahan’dan İstanbul’a Hacı Baba’nın Maceraları’ isimli roman Nihal Yeğinobalı’nın çevirisiyle Afa Yayınları tarafından yayımlandı.

Morier’in en önemli tespiti doğu toplumlarının devlet hizmetini kişisel ikbal kapısı olarak gördükleri şeklinde. Devletin en tepesindeki başvezirden itibaren her kademedeki memur, bulunduğu mevkiyi kendi kişisel servetini artırmak için kullanıyor. Herkes edindiği servetin bir bölümünü bu mevkiyi korumak için bir üstündekiyle paylaşıyor. Soygun zinciri aşama aşama taa en aşağıya kadar uzanıyor. Halk soyuluyor, yöneticiler zengin oluyor.

Vaktiyle Turgut Özal’ın, ‘Benim memurum işini bilir’ sözünde ifadesini bulan durumun aynısı.

Romanın en çarpıcı bölümü başvezirin İngiliz elçisine rüşvet teklifi. İngilizin kişisel çıkarını reddedip, ülkesinin çıkarlarından taviz vermemesi şaşkınlıkla karşılanıyor. Onun enayiliğine yorumlanıyor. Doğu toplumunda son derece ‘meşru’ olarak yürüyen rüşvet sistemi, batılıyla ilişkilerde yürümüyor.

0 yıllarda İran’da geçerli olan bu sistemin Osmanlı’da da işe yaradığını biliyoruz. İmparatorluğun çöküşüne yol açan 1. Dünya Savaşı’na bile, cepleri Alman altınlarıyla doldurulan yöneticiler yüzünden girildiği de hepimizin malumu. Rüşvetin devlet sisteminin iliklerine kadar işlediği bu düzenin mirasçısı Cumhuriyet de aynı hastalıktan mustarip .

Onun için devlet bankalarının özelleştirilmesini kimse ağzına almıyor. Her devlet ihalesi hazinenin yoksullaşmasına yol açarken bazı görevlilerin zenginleşmesine yarıyor.

Türkiye gibi yöneticilerin seçimle geldikleri bir ülkede bu düzenin sürmesini ve her seçimde aynı kadroların yeniden işbaşına gelmesini ise bir fıkrada yüzündeki sinekleri kovmayan adamın tavrına benzetiyorum. 0 fıkradaki adam, yüzündeki sinekleri neden kovmadığını soran arkadaşına şöyle diyordu: “Bunlar tok sinek, kovayım da açları mı gelsin?” Ama galiba asıl sorun da burada: Sineklerin karnı hiç doymuyor.