Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Sorumluluğu üzerinden atma çabası

Cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki anlaşmazlık, öyle görünüyor ki özellikle hükümetin her yolu kullanarak tırmandırdığı bir ‘kavga’ya dönüşüyor. ‘Her yol’ derken buna Çankaya’ya yönelik bir tür ‘yıpratma’ kampanyasının da dahil olduğunu belirtmeliyim. Dün, Milliyet’in Ankara Temsilcisi Fikret Bila, Ecevit’in yakın çevresinin “Çankaya CHP’nin etkisi altında.

Keşke Demirel olsaydı, Köşk Anayasa Mahkemesi gibi” dediğini yazdı. ‘Ecevit’in yakın çevresi’nin bu propagandayı ilk kanun hükmündeki kararname krizinden beri sürdürdüğü biliniyor.
Sezer’in CHP etkisi altında kaldığı iddiasının inanılırlığı CHP’nin bugünkü toplumsal gücüyle sınırlı. CHP, kendi kendisini ne kadar ‘etki altına’ alabiliyor ki, Cumhurbaşkanı’nı da etkisi altına alabilsin diye bir soru sormak elbette her zaman mümkün. Ama biliyorsunuz, Ankara’da buna siyaset yapmak deniliyor ve dedikodular da kullanılarak rakip yıpratma da bu tarz siyasetin en etkin aracı.
‘Sezer’in kendisini hâlâ Anayasa Mahkemesi Başkanı zannetmesi’ şeklindeki iddia ise gerçekten ilginç. Cumhurbaşkanları ve milletvekilleri göreve başlarken bir yemin ediyorlar. Milletvekili yemininin ruhu Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinin korunmasıyla ilgili ve ‘Anayasa’ya sadakatten ayrılmamak’ gibi bir sözü de içeriyor. Cumhurbaşkanı da ‘Anayasa’ya bağlılıktan ayrılmayacağına’ ant içerek göreve başlıyor.
Başbakan da, ‘yakın çevresi’ olarak isimlendirilen bazı kişiler de milletvekili yemini ile bağlılar. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı da ettiği yeminle bağlı.
Şimdi birbirine benzer Anayasa’ya bağlılık yemini edenlerden bir grup ötekini ‘Anayasa’ya aşırı bağlılık’la suçluyor. Gerçekten ilginç bir ruh durumu!
Kamu bankalarının özerkleştirilerek özelleştirilmesine ilişkin kanun hükmündeki kararnamenin hükümete iade edilmesi olayının bir krize dönüştürülmesi çabaları da esasen hükümetin bazı sorumluluklardan kurtulma çabasından başka bir şey değil.
Söz konusu düzenleme hükümet tarafından IMF’ye verilen niyet mektubunda yer alıyor. Bu ‘niyet’e dayanılarak Dünya Bankası mali sektörü yeniden düzenleme işinde kullanılmak üzere bir kredi vermeyi taahhüt ediyordu. Hükümet sırf kamu bankalarındaki siyasi yağmacılıktan vazgeçmemek uğruna bu düzenlemeyi aylarca savsakladı. Ne zaman ki Dünya Bankası söz konusu düzenleme yapılmadığı için krediyi vermeyeceğini açıkladı o zaman Hüsamettin Özkan başkanlığında bir toplantı yapıldı ve bildiğimiz kararname imzalanarak Köşk’e yollandı. Şimdi kredinin gecikmesinden Cumhurbaşkanı’nı sorumlu tutma çabası bu gecikmeyi örtmek amacını taşıyor.
Dün Prag’da Devlet Bakanı Recep Önal, IMF 1. Başkan Yardımcısı Fischer ile görüştü. Fischer özelleştirme uygulamalarının gecikmesine ve cari açıkta planlanan dışındaki büyümeye dikkat çekti. Özelleştirme hedeflerinin tutturulmamasının en önemli nedeni kamu bankalarıyla ilgili düzenlemenin gecikmesi ve enerji piyasasına ilişkin özelleştirmelerin yapılamamış olması. Bunda Sezer’in ne gibi bir rolü var? Cari açığın planlanan miktarı aşmasının sorumlusu Cumhurbaşkanı mı, hükümet mi? Hükümet kendi yapısından kaynaklanan sorunları Cumhurbaşkanı’na mal etmeye çalışıyor ama inandırıcı olmaktan hâlâ çok uzak.
Recep Önal dünkü görüşmeden çıktıktan sonra IMF ve Dünya Bankası kredilerinin geleceğiyle ilgili olarak “Tutumumuzda samimiyetimizi göstermemiz gerekiyor” dedi.
İşte doğru tespit budur: Hükümet önce bu tutumda ne kadar samimi olduğunu ortaya koymalı, sonra suçu başkalarında aramalı.