PARİS – Futbol dünyası üç gruptan oluşur: Takımlar (oyuncular, teknik direktörler ve yöneticiler), seyirciler ve basın. Geçen gün çuvaldızı televizyonculara batırmıştık, bugün iğneyi batırma sırası kendimizde.
Spor yazarlığı denen meslek grubu aslında tüm meslektaşlarımızın kıskançlıkla dolu bakışları altında çalışır. Bu kıskançlığın en büyük nedeni açıkça söylenmese de gazetelerden alman harcırahlarla çıkılan dış görevlerdir. Gazetelerin muhasebelerinden tutun da yazıişlerine kadar her ferdi, spor yazarlarını, gazetelerin zaten kıt olan kaynaklarını kendi keyifleri için harcayan insanlar olarak görürler.
Ama unuttukları şey her gezinin ‘eğlencelerle dolu’ olmadığıdır. Hatta izlenen Dünya Kupası ya da Olimpiyatlar gibi çok uzun süreli ve çok koşuşturmalı bir spor olayıysa eğlencenin zerresi bile yoktur.
Maçlardan saatler önce başlayan çalışma, maç bittikten saatler sonra sona erer. Herkes ertesi gün gazetesinde maçın sonucunu ve yorumlarını, fotoğraflarıyla birlikte okumak ister ama gecenin saat 24.00’ünde biten bir karşılaşmanın nasıl olup da gazetelerin taşra baskılarına bile yetiştirilebildiğini, bunun nasıl bir efor gerektirdiğini çoğu zaman düşünmez bile.
Elbette aklı başında bir spor yazarı uykusundan biraz daha fedakârlık edip eğlenceye de zaman ayırabilir. Ama bunun için onu eleştirmek ne kadar doğru olur? Hangimiz kişisel zevklerimiz için bazı şeylerden fedakârlık etmiyoruz ki?
Öte yandan spor yazarlığı gerçekten eğlenceli bir iştir. Bir spor yazarı hobisiyle para kazanan insan demektir ki bu da dünyada her kula nasip olmaz.
Spor yazarlarına diğer meslektaşlar tarafından yöneltilen en büyük eleştiri bu meslek grubunun yazmaktan okumaya fırsat bulamıyor olmasıdır ki bu aslında diğer tüm gazeteciler için de geçerlidir. Zaten iyi bir spor yazarı kendi yazdığı dahil hiçbir şeyi okumamalıdır. Parlak fikirlerinin başka vermemelidir!
Spor yazarlarının en nefret ettiği insan grubu ise takımların teknik direktörleridir. Biz spor yazarlarının yazdıklarını okusalar, aslında birçok takım kolayca şampiyon olabilir ya da küme düşmekten kurtulabilirdi. Ne yazık ki teknik direktörler onlara sunduğumuz bu hizmetin değerini hâlâ anlayamadılar. Bu yüzden finale kalmış olmasına rağmen Fransa’nın teknik direktörü Aimee Jacquet ile dünya spor basınının en seçkin örneği l’Equipe arasında inanılmaz bir savaş sürüyor. l’Equipe, Jacquet’yi seyirciyi tatmin edici iyi futbol oynatamadığı ve galibiyetlerin arkasına saklandığı için şiddetle eleştiriyor.
Spor yazarları içinde asıl mesleği gazetecilik olmayan bir grup daha var ki onlar da eski sporculardan oluşuyor. Bazı spor yazarları “biz yazarlıktan emekli olunca futbolcu olmaya heves ediyor muyuz ki onlar futbolculuğu bırakınca spor yazarı oluyorlar” düşüncesini savunuyor. Buna karşılık eski sporcular da hayatında topa bir kere bile vurmayan birisinin nasıl olup da oynanan oyunu kritik edebileceğini anlamadıklarını söylüyorlar. Bu tartışma dünyanın her yerinde sürüp gidiyor ve eski sporcular eski gazetecilerden daha çok para kazanmaya devam ediyorlar!
Bana sorarsanız spor yazarlarına olan mesleki kıskançlığın temel nedeni okuyucunun ilgisi ile ilgili. Hem spor yazıları hem de siyasi yazılar yazdığım için ilk elden biliyorum ki okuyucu Fenerbahçe’nin yeni transferinin kim olacağını, Mesut Yılmaz’ın Deniz Baykal’a ne dediğinden daha çok merak ediyor.
