Başlıktaki sözü kimin söylediğini bilmiyorum. Dilimize bu kadar yerleştiğine göre demek ki hepimizin bir bildiği olmalı.
‘Bakmak’ aslında pasif bir eylem. Hiçbir yükümlülük getirmiyor yapan insana. Sadece kafanızı çevirip bakıyorsunuz, o kadar. Onaylamanız, karşı çıkmanız, desteklemeniz, reddetmeniz gerekmiyor. Bu bakımdan ‘eylemsiz’ yaşama alışkanlığımıza da çok uyuyor.
Hatta ‘bakma’nın insana bir yükümlülük getirmemesi iş hayatında da uzantısını buluyor. Yapmak istemediğimiz bir iş önerisiyle karşılaşınca ‘bir bakalım’ deyip geçiştirmemizin sebebi de bu olmalı.
Yıllar önce TEM’in bağlantı yolları açıldığında akşamüstleri yol kenarında enteresan görüntüler oluşurdu. Yolun iki yamacına çömelen, çimlerin üzerine oturan insanlar gelip geçen otomobillere, kamyonlara bakarlardı. Öyle hiçbir şey yapmadan, kımıltısız oturur, akıp giden trafiği seyrederlerdi.
İlk gençlik yıllarımda yatılı okulda okurken tren istasyonlarında da benzer eylemi yapan insanlara çok rastlardım. Onlar da trene bakarlardı. Trenlere bakmakla ilgili ünlü halk deyişini umursamazlardı bile. Bakmak başlıbaşına bir eğlenceydi onlar için.
Yol yapan, temel kazan iş makineleri de böyle bir ilgi çekerdi. İşsiz güçsüz insanlar şantiye civarında toplaşırlar, çalışan makinelere bakarlardı. Hiç tepkisiz, öylece oturur bakarlardı.
‘Bakmak’ mahalle delikanlıları için de vazgeçilmez bir yaşam biçimiydi. Sanıyorum küçük yerlerde hâlâ öyledir. Onlar da sokaktan geçen kadınlara, genç kızlara bakarlardı. Kendisine bakıldığını hisseden kadının bundan rahatsızlık duymuş olabileceğini umursamazlar, sadece bakarlardı. Bu ‘bakma’ eylemini ‘kesme’ eylemi ile karıştırmamalısınız. Gözleriyle kadını takip eder ama bir girişimde (laf atma, arkadaşlık teklif etme vs.) bulunmazlardı.
Bütün bunlar dün gazeteye gelirken aklımdan geçti. Dün sabah İstanbul’da ‘ahmak ıslatan’ yağıyordu. Ve her yağmurda olduğu gibi TEM yolu üzerinde yine bir trafik kazası vardı. (Türklerin ıslak yolda otomobil kullanma yetenekleri bir başka yazı konusu olabilir.)
Fatih Köprüsü’nün hemen bitimindeki Armutlu çıkışından Okmeydanı kavşağına kadar olan 7-8 kilometrelik yolu geçmem yaklaşık 25 dakika sürdü. Önce haksız yere devlet büyüklerimizin ahını aldım. Araya argo sözler de katarak ‘yine birisi geçecek diye yolları kesmişler’ dedim ama trafiğin duraklayarak da olsa akıyor olması bu düşüncemi çürütmeme neden oldu.
İşin aslını anlamam için Okmeydanı kavşağına kadar sabretmem gerekti. Karşı şeritte bir trafik kazası olmuştu. O şeritle ve o kazayla hiçbir ilgisi olmaması gereken insanlar otomobilleriyle olay yerinden geçerken duraklayıp ‘kazaya karışan araçlara baktıkları için’ tıkanmıştı trafik. Nitekim oradan sonra trafik birden rahatladı.
Durup kazaya bakma isteğiyle yanıp tutuşan insanların kendi arkalarında biriken trafiği ve ıslak yolda zor duran acemi şoförlerin neden olabileceği kazaları umursamamaları da ilginç bir toplumsal özellik olmalı.
Acaba ‘bakmayı’ bu kadar sevmemiz yazımın başında da söylediğim gibi bizi bir şey yapma yükümlülüğüne sokmamasından mı kaynaklanıyor? Yoksa hayatlarımız o kadar sıkıcı ki bir şeylere bakarak bu pasif can sıkıntısını ‘aktive’ mi ediyoruz?
Bakmayı ulusal bir özellik haline getirdiğimiz için mi ‘görme’yi ihmal ediyoruz. Yoksa ‘gördüğümüz’ şeylerden artık hoşlanmadığımız için mi bakıp geçiyoruz?
Türban mürban tantanası arasında biraz bu konulara da bakmak gerekiyor galiba.
