Maç oynanıp bittiğine ve herkesin heyecanı yatıştığına göre artık kafamızı “Türk’ün, Türk’ten başka dostu yok” kumundan çıkarıp etrafımızdaki gerçeklere bakmanın da zamanının geldiğini düşünüyorum.
İstanbul’daki maçtan önce Taksim’de iki İngiliz bir meydan kavgasında bıçaklanarak öldürüldüler. Bu vahim olayın ardından bir savunma psikolojisine girilerek bunun ‘aşırı tahrikten’ kaynaklandığı düşüncesine sarıldık. Önce şunu kabul etmeliyiz: Bu arızi bir olay değildir, bir anlık öfkeye yenilen bazı serserilerin sebep olduğu basit bir olay değildir.
Bu, özellikle polisin göz yumması ve bazı kulüp yöneticilerinin desteğiyle büyüyen, ülkemizin bozuk ekonomik düzeninden beslenen Türk tipi holiganlığın bir sonucudur.
Türkiye’de holigan kavgasında bıçaklanarak öldürülen ilk kurbanlar Leeds taraftarları değildi. Sağlıklı bir istatistiğe ulaşmak çok güç ama sırf boynunda Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray, Trabzonspor kaşkolu olduğu için öldürülenlerin sayısı hiçbir sezonda beşin altına düşmedi. Her önemli maçtan önce stadyumların çevresinde biriken kavgacı taraftar topluluklarının üzerlerinde yapılan aramalarda döner bıçaklarının, şişlerin, sustalıların bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Taksim’deki olaydan bir hafta sonra Beşiktaş-Galatasaray maçı bahanesiyle çıkan kavgada bir kişinin bıçaklanarak öldürüldüğünü de unutmayalım.
‘Sportif Karşılaşmalarda Seyircilerin Şiddet Gösterilerinin ve Taşkınlıklarının Önlenmesine dair Avrupa Sözleşmesi’ holiganizmin maddi dayanaklarının kurutulmasına yönelik hükümler de içeriyor. Türkiye bu sözleşmenin tarafı ve dolayısıyla bu uluslararası anlaşma aynı zamanda bir iç hukuk metni.
Buna göre bilet satışlarının sıkı denetim altına alınması, bilet satışı ile ilgili kişilerin kimlik kayıtlarının tutulması gibi hükümler Türkiye’de ne kadar uygulanıyor? Hiç! Bu hükümler uygulanmadığı gibi ‘bilet satışı’ ve ‘karoborsada bilet satışı’ işi kulüpler tarafından holiganizmi finanse etmekte kullanılıyor.
Kulüp yönetimlerinin kendilerine ‘amigo’ denen bazı kişilere maç biletlerini topluca verdikleri biliniyor. Topluca verilen bu biletler hem muhtemel bir kavga sırasında gerekecek insan gücünü tribünlerde bir araya toplamaya, hem de karaborsa yoluyla amigolara para kazandırmaya ve bu ‘müessese’nin kendini besleyip yeniden üretmesine yarıyor. Bu haftaki Tempo’da yayınlanan bir röportaja göre bir maç haftasında yaklaşık 10 milyar liralık bir paradan söz ediyoruz. Zaman zaman bazı kulüp yöneticilerinin bu gidişe bir son vermek amacıyla bedava bilet dağıtımını durdurdukları oluyor. Ama bu ancak bir-iki hafta sürebiliyor çünkü hiç bir yönetim tribünlerden yükselen “taraftarı satanı biz de satarız”, “Yönetim istifa” gibi tezahürata daha fazla dayanamıyor ve kulüp içi iktidar mücadelesinde de elini güçlendirmek için tribün desteğine ihtiyaç duyuyor.
Yukarıda sözünü ettiğim Avrupa Sözleşmesi, olay çıkardığı bilinen ve olay çıkarma potansiyeli olan taraftarların izlenmesini, fişlenmesini, sahalara sokulmamasını da öngörüyor.
Taraf olduğu uluslararası sözleşmenin uygulanmasından, uygulamanın denetlenmesinden kim sorumlu? Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun organları.. Polisi, adliyesi, maliyesi..
Polis stadyum çevresinde gözünün önünde karaborsa bilet satışı yapılmasını önlemiyor.. Olay çıkaracak kişileri önceden tespit edip, fişleyip statlara girmesini önlemiyor. Maliye, vergi kaybına da yol açan bedava bilet dağıtımını ve karaborsa bilet satışını denetlemiyor, sorumluları, kulüp yönetimlerini izlemiyor.
Hamaseti bir yana bırakıp Taksim’deki faciadan gerekli dersleri çıkarmak zorundayız. İlk dersi çıkarması gerekenler de kulüp yöneticileri, emniyet güçleri ve maliyedir..