RADİKAL

Türkler şair millettir

 Antonio Skarmeta, ‘Neruda’nın Postacısı’ isimli romanında, şair olmak istediğini söyleyen postacıya Pablo Neruda’nın ağzından şunları söylüyordu: “Ulu Tanrım! Şili’de herkes şair. Postacı olarak kalman daha orijinal olur. En azından bol bol yürür ve şişmanlamazsın. Biz Şilili şairler, hepimiz aşırı şişmanız.”

Skarmeta’nın, ‘Il Postino-Postacı’ adıyla filme de çekilen (şu sıralarda Cine5’te de gösteriliyor) romanını okurken Şili ile Türkiye’nin ne kadar da birbirine benzediğini düşündüm.

Biz Türkler için genellikle ‘Asker millettir’ deniyor. Ama bence Türkler için ‘Şair millettir’ demek de çok yanlış olmaz.

Bunu ilk kez birinci elden tespit etme imkânını bulduğumda ‘Oya’ isimli bir dergi yayımlıyordum.
Dergide her hafta okuyuculardan gelen bir şiire de yer veriyorduk. Bir iki haftayı kolay idare ettik.
Sonrası tam bir şiir patlamasıydı. Her gün postadan bir çuval zarf geliyor, her zarftan da en az beş-altı tane şiir çıkıyordu.

Yayınevlerinin satılmadığı için şiir kitabı basmadığı bir ülkede herkesin şair olup şiir yazması ilginç bir çelişki oluşturuyordu. Kendi aramızda Türkiye’nin ‘şiir okumayan şairler ülkesi’ olduğunu konuşuyorduk.

Elbette bize gönderilenlerin çoğuna şiir demek imkânsızdı. Bunlara ‘şiir şeklinde yazılmış’ metinler demek daha doğruydu. Sanıyorum ‘serbest vezin’de yazma kolaylığı herkesin kendisini şair zannetmesine de yol açıyordu. Ama ne olursa olsun hepsi şiir yazdığını düşündüğüne göre şiir aşkının Türklerin bağrını yakan bir çılgınlık olduğu gün gibi ortadaydı.

Yatılı okuldayken de böyle şair arkadaşlarımız vardı. Koca koca defterleri şiirlerle doldururlar, olur olmaz her yerde bunları okumaya kalkarlardı. Onları ‘yağdı yağmur, çaktı şimşek’ diye başlayan ve hiç de terbiyeli olmayan bir ‘karşı şiir’ ile sustururduk.

Eski günleri hatırlamama İbrahim Sadri vesile oldu. İslamcı televizyonlardaki konuşma programlarıyla (kibar beyler bu tür programlara artık ‘talk-show’ diyorlar, biliyorsunuz) ünlenen İbrahim Sadri, şu anda televizyonlarda yayımlanan pop listelerinde ‘Top On’ içinde yer alıyor. Kasetleri yüz binlerce adet satılıyor.

İbrahim Sadri’nin ilginç bir ses tonu var. Fonda çalan müziğin üzerine çeşitli şiirler okuyor. Kim olduğunu bilmeden dinlerseniz kelimelere vurgularına bakıp onu Ahmet Kaya gibi ‘solcu bir sanatçı’ da zannedebilirsiniz.

Kaset piyasası ile yakından ilgili arkadaşların söylediklerine göre ‘Mükremin Abi’nin şiir kaseti de oldukça iyi satıyormuş.

Demek ki tarihin bu döneminde Türkler şiiri bir kez daha keşfediyorlar. Ama elbette ulusal geleneklerimize uygun bir şekilde ‘sözel’ olarak; yazılı olarak değil!.. Aksi takdirde kasetleri bu kadar çok satan şiirin, kitap halinde de çok satılıyor olması gerekirdi ki yayınevlerinin satış istatistikleri bunun tam tersini gösteriyor.

Tarihin yazının icadıyla başladığının kabul edildiği günümüz modern dünyasında Türklerin bir anlık zevk için bu gerçeği tersine çevirmeleri ilginç bir durum gibi geliyor bana.

Bunun nedenlerini araştırmak da elbette bir gazete köşe yazısının yüzeyselliği içinde mümkün değil. Bakalım toplumbilimcilerimiz İbrahim Sadri sendromunu nasıl açıklayacaklar?