Seçim yaklaştıkça Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın giderek daha da sertleştiğine ilişkin bir gözlemim var.
Bu sadece benim kişisel gözlemim değil, genel kabul gören bir tespit.
Ve bu sertleşme konuşmalarda bazen hakarete varan kelimeler kullanmasıyla sınırlı kalmayacak gibi de görünüyor.
Dün sabahın erken saatlerinde “evlere baskın” yöntemiyle Diyarbakır’ı merkezine alan ve 21 ili kapsayan “operasyon” da bu sertleşmenin başka bir işareti olarak görülmeli.
Gözaltına alınanlar arasında çok sayıda avukat, sanatçı, sivil toplum kuruluşu yöneticisi, gazeteci, tiyatrocu ve siyasetçi var.
Bu yazıyı yazdığım sırada gözaltına alınanların sayısı 126’ya ulaşmıştı.
Gözaltına alınan isimlerin önemli bölümü, yeri yurdu belli, işi gücü olan insanlar. Bir bölümü zaten avukatlar ve her dakika zaten Adliye ya da Emniyet koridorlarında oluyorlar.
Yani kimsenin evinin sabaha karşı basılmasına, gösterişli gözaltı işlemleri yapılmasına gerek yoktu. Bununla ilgili kaç mahkeme kararı var, saymakla bitmez.
Savcı “şu tarih, şu saatte gelin, ifadenizi alacağım” demiş de uymamışlar mı?
Belli ki bu emri verenler, silahlı, zırhlı polislerin düzenlediği bu operasyon görüntüleriyle toplumda bir algı yaratmayı amaçlamışlar.
Şu kadar “terörist” var ve kahraman polis hepsini yakalamış!
Elbette bunu kesin olarak bilemem ama operasyon emrini verenler bir “direniş” ile karşılaşmak için dua etmiş bile olabilirler.
Devlet gücünün, siyaseten gerilmiş kitleler üzerinde provokasyon amaçlı kullanılması yeni bir icat değil.
Erdoğan, altındaki zeminin kaymakta olduğunu ve durduramadığını fark ettikçe bu türden başka hareketlerle de karşılaşabiliriz.
Özellikle HDP’nin güçlü olduğu illerde bu tür operasyonlarla tetiklenebilecek kitlesel gösterilerin rejim için bulunmaz bir fırsat olacağını görmek gerek.
Erdoğan yönetiminin amacı buysa, ateşle oynamanın tehlikelerine bir kez daha dikkat çekmem gerek.
Seçimi kazanmak için memleketi ateşe vermeyin!
——————————-
Nasıl inanıyorlar?
Maliye Bakanı Nureddin Nebati, şu gergin günlerde hiç olmazsa tebessümle okuyacağımız konuşmalarına devam ediyor.
Geçen gün de “biz öğrenciyken bilgisayar bile yoktu” dedi.
Kendisi benden 8 yaş küçük; sözlerine bir ekleme yapayım biz öğrenciyken elektrikli hesap makinesi de yoktu.
Hatta bu bazı genç okuyuculara garip gelecek belki ama ben ilkokula başladığımda Coca Cola da yoktu.
Bakan “Allahtan AKP iktidara geldi de her şeyimiz oldu” diye düşünmemizi bekliyor sanırım.
Youtube’da, TikTok’da yayınlanan sokak röportajlarına bakıyorum inandırabileceği geniş bir kitle var ama.
Hatta geçen gün “Kılıçdar’ın yükselttiği fiyatları Erdoğan seçilince yine düşürecek” diyen orta yaşlı bir kadın bile vardı.
Bunları izlerken nasıl tepki vereceğimi bilemiyorum: Gülsem mi ağlasam mı, kestiremiyorum.
Zaten Erdoğan’ın araştırmalara göre hala yüzde 40’lar civarında oy alacak gibi görünmesinin nedeni de bu vatandaş tipi sanırım.
“Sevdim mi tam severim” modundalar, sorgulamaya ihtiyaçları yok.
TRT dahil AKP yandaşı televizyonların bu konuda başarılı oldukları çok açık görünüyor.
Ben de şunu merak ediyorum: Kılıçdaroğlu seçilir, Millet İttifakı da TBMM’de çoğunluğu alırsa bu medya düzeni ile nasıl bir arada yaşayabilecekler?
——————————
“Hapis cezası” vaat eden ilk politikacı
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, önümüzdeki Temmuz ayında sona erecek olan konut kiralarında yüzde 25 tavan zam uygulamasının, yeni dönemde de uzatılacağını ve fahiş zam yapan ev sahiplerine hapis cezası ya da para cezası gibi yaptırımlar uygulanabileceğini açıkladı.
Para ya da hapis cezasının getirilmesinin nedeni, ev sahiplerini bu kurala uymak konusunda duyarlı davranmaya zorlamak.
Bozdağ, “piyasa koşullarına aykırı şekilde, sırf haksız kazanç elde etmek için yapılırsa bir uygulama olabilir. Yeni dönemde bunu yaptırıma bağlayarak etkin şekilde uygulayacağız” diyor.
Böylece seçim vaatleri tarihine “fazla kira artışları isteyen ev sahiplerine hapis cezası vermek” de geçmiş oluyor.
Şunu baştan söyleyeyim ki kiracı değilim, kiraya verilmiş konut ya da dükkanım vs. de yok.
Bakanın “piyasa koşullarına aykırı şekilde” ifadesine takıldım sadece.
Piyasa koşullarına göre şu anda (Nisan ayı itibariyle) bir apartman dairesini “işyeri olarak” kiraya vermiş olan bir kişi kira tutarını yüzde 70,20 oranında arttırabiliyor.
Aynı dairenin bir üst katını “konut olarak” kiraya veren kişi ise yüzde 25’in üzerinde zam yaparsa hapis ya da para cezası alabilir.
Bu sadece bana mı tuhaf geliyor? Kanun önünde eşitlik ilkesi ne oldu?
Öte yandan bir de cari enflasyon var.
Ev sahiplerinin bazıları kuşkusuz ki aç gözlü, doymak bilmez, fırsatçı tipler olabilir.
Peki onları cezalandıracağız derken iki evi olup, birini kiraya vererek geçinenleri ne yapacağız?
Yani diyeceğim o ki çözüm böyle cezalardan geçmiyor.
Çözüm, enflasyonu indirmekten ve vatandaşların gelirini arttırmaktan geçiyor ve AKP iktidarının 21 yılda gelebildiği yer de burası.
Ekonomik sorunların çözümü her zaman ekonomik olmalıdır.
Şiddet ya da cezalandırma olayların gerisindeki ekonomik sorunu çözmez.
—————————–
