Amir memurun kararına şerh koydu!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan Yüksek Askeri Şûra’da alınan ihraç kararlarına Başbakan ve Milli Savunma Bakanı “şerh” koydular.
Bu “kararlara katılmıyorum” anlamına geliyor. Gazetelere yansıdığına göre şerhin nedeni, YAŞ kararlarının yargı denetimine tabi olmaması imiş.
Başbakan’ın itirazının buna değil, “irticai faaliyetler nedeniyle ihraçlara” olduğunu tahmin etmek zor değil.
AKP iktidara geldiğinden beri zaten bu hep böyle oldu.
Abdullah Gül de başbakanken “şerh” koyuyordu, Cumhurbaşkanı olduğundan beri kararları onaylıyor!
Kamu yönetimi açısından ders alınacak bir durum! Olumlu yönüyle değil de olumsuz yönüyle elbette.
Amir konumundaki bir kamu görevlisi, astlarının aldığı bir karara şerh koyuyor ama kararın yürütülmesine engel olamıyor!
Başbakan elbette bu tür bir karara katılmak zorunda değil.
Ama astlarını bu konuda ikna edemiyorsa yapması gereken iki şey olabilir: Ya “görünüşü kurtarmak için” kapalı toplantıda yaptığı itiraza rağmen açıklanan karara imza atmalıydı ya da itirazına yol açan ilgili kanunu değiştirmeliydi.
Bir yandan hiçbir yetkisi yokmuş gibi davranmak, diğer yandan “parti tabanına selam sarkıtmak”, bir yöneticilik biçimi olamaz.
Kendi yapamadığını vatandaştan bekleme
İSTANBUL’da bir garson kadının, polis yelekli kişilerce saçlarından sürüklenerek kaçırılması olayı eski bir konuyu yeniden gündeme getirdi.
İstanbul Emniyet müdürü Celalettin Cerrah vatandaşlara “Her polisim diyene inanmayın kimlik sorun” önerisinde bulunuyor.
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek de “Amerikan filmlerindeki gibi olmalı” diyor.
Kulağa hoş geliyor ama buna cesaret ettiği için kafası kırılıp, gözü patlatılanlar ile ilgili o kadar çok öykü duyduk ki!
Bu nedenle tavsiyeleri uygulamak o kadar kolay değil, mangal gibi yürek ister!
Kimse buna cesaret edemiyor çünkü vatandaşa kötü muamelede bulunan polislerin hızla ve yaptıkları şiddetin derecesine uygunlukta cezalandırıldığına pek tanık olmuyoruz.
Tam tersine, görevi başında vatandaşa kötü muamele edenlerin korunup kollandıklarına ilişkin sayısız örnek var.
Bu nedenle hükümet ve Emniyet Müdürlüğü, bu sorumluluğu vatandaşın sırtına yıkmak yerine, emirlerinde çalışan polis memurlarını eğitmeliler.
Herhangi bir nedenle vatandaşlara karşı bir işlem yapacak, soru soracak, üst ve araç araması yapmak isteyecek her memurun kendisinden istenmeden kimliğini gösterme alışkanlığını, polislere vermeliler.
Amerikan filmlerinde de zaten böyle oluyor Cemil Bey!
Vatandaş da bilmeli ki kendisine kimlik göstermeden işlem yapacak kişi polis değildir!
Kendi yapamadığını vatandaştan beklemek, yetkili konumdaki kişilerin uzak durmaları gereken bir davranış biçimidir.
Ya DSP ’ittifak’ isterse?
ŞİŞLİ Belediye Başkanı’nın gösterişli bir törenle DSP’ye katılmasının, bazı DSP’lilerde rahatsızlık yarattığına ilişkin tek tük haberlere rastlıyorum.
DSP’li eski bakanlardan Tayfun İçli şöyle söylüyor mesela: “Sanki Sarıgül, DSP’ye değil de DSP, Sarıgül’e katıldı!”
İçli’nin tanımlaması komik gibi duruyor ama aslına bakarsanız olan da tamamen bundan ibarettir.
Son seçimde Sarıgül’ün oy oranı ile DSP’nin oy oranına bakınca bunu söylemek mümkün. Elbette Şişli’deki oylardan söz ediyorum.
Sarıgül’ün seçimden sonra DSP’de çıkması olası bir liderlik tartışmasında nasıl davranabileceğini tahmin etmek zor değil. Zaten itirazlar, bunu yüksek sesle belirtmese bile esasen bu kuşkudan kaynaklanıyor.
Benim bu işte esas merak ettiğim konu, Murat Karayalçın’ı, Ankara’da solun ortak adayı yapma fikrinde olanların, benzeri bir öneri DSP’den İstanbul için gelirse nasıl davranacakları!
AKP’nin, İstanbul’da en çok çekindiği adamı liderlik yarışına girdi diye kapı önüne koyanların böyle bir “takasa” razı gelmeyeceklerini tahmin etmek zor değil.
DSP lideri Zeki Sezer, bu transfer nedeniyle belki partisi içinde çok eleştirilecek ama Deniz Baykal-Murat Karayalçın ikilisini siyaseten sıkıştırmayı başardığı da bir gerçek!