Fidan, başbakanlığa mı hazırlanıyor?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, amacına ulaşır ve başkanlık sistemini de getirebilirse, gelecekteki başbakan adayı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan olur ve ben de buna hiç şaşırmam.
Öyle görünüyor ki bakanlarından bile daha çok Fidan’a güveniyor.
Bunun sonucunda MİT Müsteşarı sadece güvenlik ve istihbaratı değil, dış politikayı, PKK ile görüşmeleri de idare ediyor, aktif olarak bunların içinde yer alıyor.
Suriyeli muhaliflerle ilgili toplantıya herkes dışişleri bakanı ya da o düzeyde isimle katılırken, bize Dışişleri Bakanı yetmiyor, bir de MİT Müsteşarı gidiyor.
İsrail–Hamas ateşkesi için Başbakan, Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’i Mısır’da bırakıyor ama yanında MİT Müsteşarı ile!
Milli Güvenlik Kurulu toplantısı bitiyor, Başbakan, Dışişleri Bakanı ile özel bir görüşme yapıyor, yanında MİT Müsteşarı var!
Halid Meşal, Türkiye’ye geliyor, birlikte iftar yemeği yeniliyor, masada Davutoğlu’nun yanında yine Fidan var!
Buna daha önce de dikkat çekmiştim, “muhaberatın” dış politikada aktif olmasına eski Baas rejimlerinde rastlandığını söylemiştim, o günden bugüne Fidan’ın rolü daha da artmış gibi görünüyor.
Normal demokrasilerde de elbette istihbarat örgütünün başındaki kişi rejim için önemlidir, ama dış politikayı yürütmesi de kendilerinden beklenmez. Bu işi seçilmiş bakanlar ya da diplomatlar götürür.
Eğer ülkemizdeki bu son tablo bir tür “Sünni Baaslaşmasına” işaret etmiyorsa, Fidan’ın gelecekteki başbakanlığına işaret ediyor olmalı!
İsrail’in paranoyası
DÜN Hürriyet’te yayımlanan bir haber İsrail’in sahip olduğu “Demir Kubbe” isimli hava savunma sisteminin, yüzde 90 oranında başarıyla çalıştığını anlatıyordu.
Gazze’den İsrail topraklarına yapılan roket atışlarının yarısından çoğu yerleşim bulunmayan alanlara düşmüş, yerleşim alanlarına yönelen 310 roketi de bu hava savunma kalkanı imha etmiş.
Roket atışları nedeniyle İsrail’de üç kişinin hayatını kaybetmesinin nedeni ise “Demir Kubbe” sisteminin bir arıza nedeniyle yarım saat kadar devreden çıkmış olması.
Yani iddia edildiği gibi ilk roket atışı Gazze’den yapılmış olsa bile, bu İsrail’in çoluk çocuk ayırmadan sivilleri vurmasını meşru ve haklı kılacak bir durum değil. İsrail, kendisini onlarca kişiyi öldürmeden de savunabilme yeteneğine sahip.
Gazze’ye yönelik vahşice saldırının gerekçesi olarak gösterilen “İsrail kendisini savunma hakkına sahiptir” önermesi, eldeki verilere bakınca saldırının bu çapta olmasını haklı kılmıyor.
İsrail, küçücük bir toprak parçasına sığıştırılmış bir topluma karşı paranoyakça bir davranış içinde ve adeta o toplumu yeryüzünden silmek istermişçesine davranıyor.
Robert S. Robbins ve Dr. Jerold M. Post, “Nefretin Psikopolitiği–Politik Paranoya” isimli kitaplarında (Doğan Kitap, Çeviren: İnci Kurmuş) bugün İsrail’e hâkim olan “kuşatılmışlık psikolojisi”ni şöyle açıklıyorlar:
“Bir ulus, komploların kurbanı olmuşsa, onun üyeleri fesat planlara duyarlı hale gelir ve olayların bu şekilde açıklanması doğrulanır. Buna paralel olarak, bir ulus sürekli düşmanlığa hedef olmuşsa, onun bireyleri dış dünyadan düşmanlık bekleme duyarlılığını taşır. Şayet grup, dünyadaki diğer insanların onlara karşı olumsuz davranış kalıplarına sahip olduğuna inanırsa kuşatılma zihniyetinin içine düşer.”
İsrail’in bugün içinde bulunduğu toplumsal ruh durumu işte budur.
Taa Romalılardan beri binlerce yıldır meydana gelen olumsuz olaylardan etkilenen toplumsal hafızanın “İhtiyacımız olduğunda kimse bize yardım etmeyecek”, “Dünya bizden kurtulduğuna sevinecek” inanışına saplanıp kalması bu psikolojiden kaynaklanıyor.
Ve bu da, bu tür korkuları besleyip büyütmeyi varlıklarının temel nedeni haline getirmiş politikacılar için çok uygun bir zemin yaratır.
Soykırım travmasıyla zedelenmiş toplumsal hafızanın, İsrail’deki demokratik muhalefet tarafından akıl yoluna çekilmesi, sorunun çözümü için ilk adım olacak. Netanyahu’lar o ülkede işbaşına gelmeye devam ettiği sürece de dünya huzur bulmayacak.
Müslümanların paranoyası
TOPLUMSAL paranoyadan söz ederken İsrail’in bu coğrafyada tek başına olmadığını da söylemek gerek.
Haçlı Seferleri’nin tohumlarını ektiği ve sonraki gelişmelerle de beslenen bir paranoya da bu coğrafyanın Müslüman milletlerinde yaşamaya devam ediyor.
En genel şekliyle, başına gelen her şeyden Batı’yı, Hıristiyan dünyasını ve Yahudileri sorumlu tutmak, dönüp kendi hatalarına bakmamak olarak tanımlayabileceğimiz bir ruh durumu bu.
Bir yandan Filistin meselesindeki ezilmişlikten, diğer yandan bilim ve teknoloji üretememekten kaynaklanan aşağılık kompleksinin de beslediği bir paranoya bu.
Bakın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçen gün Mısır–Türkiye Ekonomik İş Forumu’nda ne dedi:
“Batılı güçlerin bütün derdi İslam dünyasını paramparça etmektir.”
Bu sözü söyleyen kişi, “Batı dünyasının” bir parçası olan ülkenin Başbakanıdır.
NATO üyesidir, AB için tam üyelik görüşmelerini sürdürmektedir, bunun için mevzuatını Batılı değerlere uygun hale getirmeye çalışmaktadır. Ekonomik ilişkilerinin ezici büyüklüğü Batı dünyasıyladır. Ülkesine Batılıların yatırım yapması için her türlü olanağı değerlendirmeye çalışır.
Ama ideolojik saplantısı ona bu sözü de söyletir: Batı’nın bütün amacı Müslümanları parçalamaktır!
Rahmetli anneannem sağ olsaydı şöyle derdi: “Kör mü, onlar da parçalanmasınlar!”
Böyledir: Kendi hatalarından ders çıkarmazlar, “Nerede yanlış yaptık” diye düşünmezler.
Başlarına gelen felaketlerden başkalarını sorumlu tutmak daha kolay gelir!