Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kusturica doğru bir fikir değildi

ÖYKÜYÜ duymayan kalmış mıdır bilemiyorum ama kısaca anlatayım:

Yeniçeriyi, bir Yahudi’yi sokak ortasında dövdüğü için Kadı’nın karşısına çıkarmışlar.
Kadı sormuş: “Bu garibi neden dövdün?”
Yeniçeri yanıtlamış: “Bunlar İsa efendimizi Romalılara teslim ettiler.” Kadı hiddetlenmiş: “Aptal adam, o bin beş yüz yıl önceydi!”
Yeniçeri istifini bozmamış: “Olsun, ben yeni duydum!”
Dört ay önce Bursa’ya geldiğinde gayet iyi ağırlanan Emir Kusturica’nın, Antalya’ya geldiğinde gördüğü tepkiyi, bu öyküdeki yeniçerinin durumuna benzettim.
Öte yandan, Kusturica gibi bütün prestijini yitirmiş birisinin Antalya Altın Portakal Yarışması’na davet edilmesindeki mantığı da anlayabilmiş değilim.
Bu festival bunca yıldır yapılıyorsa, bunun iki anlamı olmalı:
1- Türkiye’de sinema endüstrisinin güçlenmesini ve sinema sanatının geliştirilmesini sağlamak.
2- Antalya’nın ulusal ve uluslararası alanda tanıtımını sağlamak.
Yabancı konuklar ikinci amacın gerçekleşmesi için çağrılıyor olmalı. Çünkü bedavaya gelmediklerini de biliyoruz.
Yabancı konukların böyle bir organizasyona davet edilmelerinin nedeni, dünya basınında o organizasyon ile ilgili haberlerin yayımlanabilmesini kolaylaştırmaktır. Kusturica, bu ölçülere uyan, medyatik bir isim değil. Sanatına bazı insanlar saygı duyabilir belki ama siyasi olarak bütün prestijini kaybetmiş bir insan.
Festival Komitesi’nin, Altın Portakal’ı masaya yatırıp, bir devrim yapması gerekiyor ki Antalya da Cannes gibi dünyada adı bilinen, prestijli bir festivale ev sahipliği yapabilsin.

Ben ne söylüyorum tamburam ne çalıyor?

ZAMAN Gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın, geçenlerde referandum sonuçlarını değerlendirdiği bir yazısında şöyle bir bölüm vardı:
“Bugüne kadar çeşitli avantajlar ve kamusal ayrıcalıklar sayesinde sahip oldukları ‘resmi Türk kimliği’nin sarsıntı geçireceğinden kaygı duyan kesimlerin tepkisine yol açıyor. ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ formülünü kabul edip kolayca ‘resmi Türk kimliği’ni -resmi anayasal Atatürk milliyetçiliğini- benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp Balkan göçmeni, mübadili veya Kafkas muhaciri olması anlamlıdır.”
Bu sözlerdeki ırkçı-kafatasçı vurguya dikkat çeken bir yazı yazmıştım, hatırlarsınız.
Ali Bulaç, dün buna bir yanıt yazdı. Bin dereden su getiriyor, “Balkan Müslümanlarını” ne kadar sevdiğini anlatıyor. “Balkan Türklerinden” söz etmiyor tabii. Onlar için neler yapmış, sıralıyor ve bana da soruyor: Sen ne yaptın?
Benim Bosna ve Kosova etnik temizlikleri ve soykırımı sırasında ne yaptığım, o dönemde yönettiğim gazetelerde ve yazdığım yazılarda kolayca bulunabilir.
Konumuz zaten bu da değil: Ben şu cümlenin izahını istiyorum:
“Ne mutlu Türk’üm diyene formülünü kabul edip, kolayca ‘resmi Türk kimliği’ni -resmi anayasal Atatürk milliyetçiliğini- benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp Balkan göçmeni, mübadili veya Kafkas muhaciri olması anlamlıdır.”
Kafatasçı ırkçılığın böylesine kaba tarifini epeydir duymamıştık.
Kusura bakmasın ama yanıt diye yazdığı şey, tam da “Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor” deyişine uygun düşmüş durumda.
Lafı kıvırtmadan bir yanıt istiyorum. Elbette, o çevrenin sıkça yaptığı gibi “Amacını aşmış bir cümle yazmışım” da diyebilir. Amacının ne olduğunu bilmekle birlikte, yine de anlayışla karşılayabiliriz.

Cumhurbaşkanı’nın konvoyu ve KGS

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül için kapatılan yolda, trafik tıkanıklığı nedeniyle annesini hastaneye yetiştiremeyen acılı evlada Cumhurbaşkanı twitter’dan yanıt verdi. “Ben o saatte yolda değildim! Benim için yolların uzun süre kesilmemesi talimatını da vermiştim.”
Cumhurbaşkanı böyle söylüyorsa doğrudur kuşkusuz. Neden gerçeği çarpıtsın?
Ancak bildiğimiz bir gerçek var ki devlet büyükleri geçecek diye yollar kesiliyor, insanlar saatlerce trafikte bekliyor, konvoy geçtikten sonra yolların açılması bazen saatleri bulabiliyor.
Çünkü İstanbul’un yol ve trafik durumu böyle. Bir yer tıkandığı zaman, bu zincirleme olarak birçok başka yolu da etkiliyor.
Onun için Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın İstanbul ziyaretlerindeki ulaşımları mümkün olduğunca helikopter ya da deniz üzerinden sağlanmalı ki benzer olaylar yaşanmasın.
Çünkü yine biliyoruz ki Cumhurbaşkanı ya da Başbakan ne talimat verirlerse versinler, işgüzarlar bildiklerini okuyorlar.
Bir not da Boğaz köprülerindeki KGS için: Bu sistem köprü geçişinde yığılmalara neden olan, paralı geçiş kadar zaman alıyor. Ama her ne hikmetse köprü geçişlerinde KGS gişesi sayısı, OGS gişesi sayısından fazla.
Bu KGS kartlarını kim TCK’ya pazarladıysa, artık yeteri kadar para kazandı sayılır. KGS’nin kaldırılıp geçişlerin hızlandırılması gerekiyor.