Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

‘Ölen bir tanesi’ her şeyden önce bir insandı!

HOPA’da bir vatandaşımızın ölümüne, bir polis memurunun da ağır şekilde yaralanmasına yol açan olaylar hiç çıkmayabilirdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın mitingini düzenleyeceği TIR garajı ile ÖDP’lilerin toplandığı Hopa Meydanı arasındaki mesafe olaylar çıktıktan sonra da kontrolün sağlanabilmesine olanak veriyordu.
Olayın başlangıcı Hopa Meydanı’na asılan ve üzerinde “Karadeniz’in asi çocukları çayına ve suyuna sahip çıkıyor” yazılı pankartın polis tarafından indirilmek istenmesine dayanıyor.
Polis pankartı asmak isteyenlere biber gazı ile müdahale etti, Hopa Meydanı’nda toplananların da dağılmasını istedi.
Demokratik bir ülkede bir pankarta ve barışçı bir toplantı gerçekleştirenlere polisin böyle müdahalede bulunması onaylanamaz.
Elbette o meydanda siyasi bir gösteri için toplananların polisi ve sonra da AKP konvoyunu taş yağmuruna tutmalarını da onaylıyor değilim.
Ama olayı tetikleyen mesele, polisin bu seçim döneminde Türkiye’nin hemen her yerinde gördüğümüz tutumu oldu, bunu gözden kaçırmamak gerek.
Olaylarda hayatını kaybeden vatandaşımızın polis kameralarına yansıyan görüntüleri de bir polise karşı bir eyleme girişen bir kişiden daha çok, olayları yatıştırmak isteyen bir insan görüntüsü çiziyor.
Bir yandan biber gazının etkisi, diğer yandan olayın heyecanı belli ki emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun hayatına mal olmuş.
Başbakan Erdoğan’ın ölen bir vatandaşın ardından “Bir tanesinin kalp krizi neticesinde öldüğü söyleniyor” diye konuşması da yakışık alacak bir durum değil.
“Bir tane” dediğiniz bir insandır, ölüm karşısında en azından saygıyı hak eden bir insan.
Dileyelim ki bu acı olaylar polise bir ders olsun.
Ve yine diliyorum ki yaralı polis memuru da bir an önce sağlığına kavuşsun, bir hatanın yol açtığı acı katmerlenmesin.

Başbakan’ın bu tutumu korku verici

İŞADAMI İnan Kıraç’ın bazı gazetecilerle CHP’nin seçimi kazanacağına ilişkin iddiaya girdiği (sonradan yalanlanan) söylentisi ile ilgili olarak ne düşündüğü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da sorulmuş.
TRT 2’deki “Seçim Özel” programında sorulan bu soruyu Başbakan’ın nasıl yanıtladığını Sabah Gazetesi’nde okudum.
Başbakan şöyle yanıtlıyor: “İnan Kıraç’ı bu işlerin içinde görmek istemem. Bu işlere bulaştığını duymak da istemem. Bu beni ciddi manada rahatsız eder. Yakıştıramam. Yazılanlar doğruysa geleceğe yönelik kendisi de bazı riskleri üstlenmiş demektir.”
Başbakan’ın bu sözlerini okuyunca ürperdiğimi söylemeliyim.
Birincisi, her vatandaş gibi bir işadamı da seçimlerin nasıl sonuçlanacağına ilişkin bir fikre sahip olabilir, hatta gerekirse bunun için arkadaşlarıyla iddiaya da girebilir.
İkincisi, böyle bir iddiaya giriyorsa “geleceğe yönelik üstlenebileceği risk”, o iddiada ortaya konan şey ile ilgili olmalı, daha başka bir yaptırım değil.
Üçüncüsü, Başbakan’ın vatandaşların seçim tahminlerinde bulunanlardan “ciddi olarak rahatsızlık duyması” da demokratik bir ülkede anlaşılabilir bir durum değil.
Kaldı ki bu da bir dedikodudan ibaret, Başbakan’ın bunu ciddiye alıp, yanıt yetiştirmesi ve bununla da kalmayarak üstü çok da kapalı olmayan bir “uyarı” yapması da tuhaf.
Demokratik bir ülkede yaşıyoruz.
Her vatandaş her türlü siyasi görüşe sahip olabilir, bunu savunabilir, o görüşün iktidara gelmesi için çabalayabilir.
Başbakanların böyle durumlardan rahatsız oldukları rejimlere ise “demokrasi” diyemiyoruz.

Teşhis yanlış, çözüm de!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır mitinginde kullandığı söylem, hükümetin “Kürt kardeşlerimizin sorunlarına” nasıl bir çözüm bulduğunu gösteriyor.
Ortaya çıkıyor ki Başbakan’ın bu meselede bulduğu “yapıştırıcı” din!
Böylece çok eski tarihlere yeniden dönmüş bulunuyoruz.
Başbakan, bugünkü CHP’yi 50 yıl öncesinin CHP’sinin yaptıklarıyla suçluyor ama Kürt meselesine bulduğu çözüm, suçladığı dönemden de eski!
Bu topraklarda insanların Müslüman-Hıristiyan-Yahudi diye tanımlandıkları, Hıristiyan Türklerin “mübadeleye” tabi tutuldukları dönem kadar hem de!
Başbakan, bugünkü Kürt sorununu geçmişin CHP’sinin ve Cumhuriyet’in hatalarına bağlıyor ama aynı temel yanlışa düşüyor.
Din gerçekten farklı etnik grupları birbirine bağlayabilecek bir yapıştırıcı olabilseydi, İspanya’da Katalan ve Bask milliyetçiliği yaşayabilir miydi? Avrupa’da aynı dinden ama farklı etnik kökenlerden gelen bu kadar çok devlet olabilir miydi?
Başbakan belli ki meseleyi yanlış teşhis etmiş, bulduğu çözüm de onun için yanlış oluyor.

Zafer Çağlayan’ın açıklaması

DEVLET Bakanı Zafer Çağlayan’ın, gazetecilere kötü davranan koruma görevlisini “kovduğunu” gazetelerdeki haberlere dayanarak yazmıştım.
Çağlayan aradı ve geçmişte yüzlerce işçi çalıştıran bir işveren olarak kimseye böyle muamele etmediğini, böyle bir kelimeyi kullanmadığını söyledi. Çağlayan, koruma görevlisinin kötü tutumunu öğrenince görevliye “Toplan ve Ankara’ya dön” demiş, “Kovuldun git” dememiş.
Okuyucularımın bilgisine sunarım.