Sorumluluktan kurtulma çabası
AKP hükümetinin son İçişleri Bakanı ve “çözüm süreci” boyunca zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müsteşarı olan Efkan Ala da, çözüm süreci boyunca PKK’ya dokunulmamasının sorumluluğunu güvenlik güçlerine attı.
Televizyonda katıldığı bir programda şöyle dedi:
“Kırsalda jandarma tam yetkilidir. Şehir içerisinde emniyet tam yetkilidir ve buralarda terörist faaliyetlerin hiç aksamadan durdurulması için her türlü yetkileri vardı, vardır zaten. Bunun ortadan kaldırılması için hiç bir düzenleme yapılmamıştır. Bir kere jandarma ya da emniyet herhangi bir terörist faaliyete engel olmak için validen onay almak zorunda değildir. Böyle bir şey yok.”
Ala, ayrıca şunu da soruyor: “Jandarmanın ya da emniyetin o çözüm süreci boyunca söyledikleri herhangi bir yetkisi alınmış mı meclise getirilen bir yasayla?”
Çözüm süreci boyunca güvenlik güçlerine PKK’nın geçiş yollarından uzakta durulmasının, sıcak temas kurulmayacak bir mesafeden takip edilmesinin emredildiği gizli bir bilgi değil.
Bu konuda Valilerin izninin istenmesi uygulaması da bizim kafadan attığımız bir şey değil. EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasından bu yana, neredeyse beş yıldır böyle.
Zaten Cumhurbaşkanı da 16 Eylül günü TRT’deki programda şöyle konuşmuştu:
“Çözüm Süreci içerisinde valilerimiz kendilerine verdiğimiz talimatlar gereği ciddi manada bu terör örgütlerine karşı şu andaki operasyonlara girmiyorlardı. Belki kendilerine çekidüzen verirler, belki bu şekilde devam etmezler, ama maalesef kendilerine çeki düzen vermediler. Tam aksine bu süreç içerisinde ne yazık ki bir hazırlık safhasının içerisine girdiler değerlendirmesinde bulunduk.”
Hakkari, Şırnak ve Tunceli’de güvenlik güçlerinin valilerden 290 kez müdahale etmek için yazılı izin istediği ve bunlardan sadece 8’ine izin verildiği de bir başka gerçek.
Yani Ala’nın, “valilerden izin istenmesine gerek yoktu” sözleri, bildiğimiz gerçeklerle bağdaşmıyor.
Cumhurbaşkanı’nın, daha önce söylediğinden çark ederek önceki gün “bu süreçte terör örgütünün kötü niyetlerini hayata geçirmek için istismar ettiğini gördük. Kamu görevlilerinin gelişmeleri eksik veya yanlış değerlendirmesinin, bu konuda zafiyete yol açtığı anlaşılıyor” sözlerinin de gerçekle bağdaşmadığı gibi.
Zamanında bu emri verdiler, PKK’nın faaliyetlerine göz yumdular şimdi verdikleri emrin siyasi sorumluluğundan kurtulmak için suçu güvenlik güçlerinin üzerine atmaya çalışıyorlar.
En iyisi bu tartışmayı burada bitirmek için Genelkurmay’ın bir açıklama yapması.
Asker, son beş yılda bölgedeki tüm illerde kaç kez yazılı izin istedi ve bunlardan kaçına izin verildi?
———————————–
Az gittik, uz gittik!
Seçime artık bir ay kaldı ve 7 Haziran’dan çok farklı bir sonuç çıkma ihtimalinin de giderek düşmekte olduğunu görüyoruz.
Koalisyon kurmak için siyasetin şartlarını zorlamak yerine bir erken seçime gitmek, seçimin ilk gecesinden beri Cumhurbaşkanı’nın fikriydi.
Bu geçen süre içinde AKP’nin en azından tek başına bir hükümet kurabilmesine yetecek kadar milletvekilliği kazanabileceğini ümit ediyordu.
İPSOS’un son araştırmasının sonuçlarına bakınca böyle bir şeyin olma olasılığı çok uzak görünüyor.
Birincisi AKP’nin başında, Başbakanlığa talip olan Ahmet Davutoğlu ile ilgili algı.
“En başarılı bulduğunuz, en vizyon sahibi düşündüğünüz lider kimdir?” sorusuna Ahmet Davutoğlu diye yanıt verenlerin oranı yüzde 4’e takılıp, kalmış durumda.
“AKP’yi zaten Recep Tayyip Erdoğan sürüklüyor, önemli olan Davutoğlu değil” diyorsanız orada da tablo AKP açısından iç açıcı değil.
Aynı soruya “Recep Tayyip Erdoğan” yanıtını verenlerin oranı bir ay içinde yüzde 36’dan, yüzde 30’a gerilemiş bulunuyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın bu durumu değiştirmek için meydanlara çıkması da ters tepiyor.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim kampanyası döneminde nasıl davranmalı?” sorusuna “partilere eşit mesafede olmalı” diyenlerin oranı yüzde 79, “aktif olmalı” diyenlerin oranı ise yüzde sadece 16.
Buna karşılık Kemal Kılıçdaroğlu bir ay içinde yüzde 18’den yüzde 21’e yükselmiş.
Araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye’nin durumundan memnun olanların oranı Mayıs ayında yüzde 34’lerdeyken, Eylül’de bu oran yüzde 15’e düştü.
“AK Parti’nin performansını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna “başarısız” yanıtını verenlerin oranı ise son bir ayda 14 puan artış göstererek yüzde 58’i buldu.
Ve nihayet “oy vermeyi düşündüğünüz parti değişebilir mi?” sorusuna ankete katılanların yüzde 88’i “kesinlikle değişmez” yanıtını veriyor.
Yani Erdoğan’ın inadı yüzünden bir seçim daha yapacağız ve varabileceğimiz yer 8 Haziran sabahından farklı olmayacak gibi.
Bu arada bu kadar aydır hükümetsiz kalmışız, ekonomi dengesini kaybetmiş, yüzlerce genç insan ölmüş!
Ne uğruna?
—————————-
Avrupa’da olmayan suç
Hasan Cemal, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle ikinci kez soruşturmaya maruz kaldı ve dün savcıya gidip bir ifade daha verdi.
AİHM Başkan Yardımcısı Işıl Karakaş’ın söylediği gibi “Avrupa’da hiç bir yerde olmayan bir suç” icat edildi ve Türkiye’de sesini çıkarmak isteyenlerin başında bir tehdit silahı olarak sallanıp, duruyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca bu kadar çok “hakaret edildiği iddia edilen” bir ikinci Cumhurbaşkanı da hiç olmamıştı.
Savcılar ve avukatları Erdoğan’ın “kendisine en çok hakaret edilen Cumhurbaşkanı” olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmesini mi istiyorlar?
Bunu gerçekten çok merak ediyorum.
Yargıç Karakaş’ın dediği gibi böyle bir suç Avrupa’da yok çünkü ifade özgürlüğü bir demokrasinin temel şartıdır. Eğer söylenen ya da yazılan sözde hakaret olduğunu düşünüyorsanız kişilik haklarınızı korumak için dava açarısınız ve bu bir ceza davası olmaz.
Ceza davası varsa, orada ifade özgürlüğü, ceza tehdidi altında ortadan kaldırılıyor demektir.
AİHM, kamu görevlilerinin en ağır eleştiriye bile açık olması gerektiğini savunuyor ve Türkiye’de mahkemeler bu suçlama ile ceza verseler bile hepsinin oradan geri döneceğini de göreceğiz.
——————————