Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yargının özgürlük sınavı

ÜÇÜNCÜ Yargı Paketi düzenlemeleri çerçevesinde “yasaklı kitaplar” hakkında yeni bir mahkeme kararı verilmezse, kitaplar üzerindeki yayın ve dağıtım yasağı kalkmış olacak.

Anadolu Ajansı’nın haberine göre 1952’den bugüne kadar Türkiye’de 22 bin kitap için yasaklama, toplatma ve dağıtımının engellenmesi kararı verilmiş.

Şimdi savcılık, Emniyet’ten yasaklı kitapların bir listesini istiyor. Liste incelenecek, savcıların “sakıncalı” gördüğü kitaplar için mahkemeden yeni yasaklama kararları alınacak.

Bunun için altı aylık bir süre var. Altı ay içinde mahkemelerce bu yönde bir karar verilmez ise kitaplar da özgürlüklerine kavuşacaklar.

Bu kitapların zamanında “zararlı” bulunmalarını haklı kılacak kanunların önemli bölümü değişti. Savcıların bunu dikkate alıp almayacaklarını bekleyip göreceğiz.

Ancak günümüzde serbestçe satılan kitapların bile iddianamelere suç kanıtı olarak girmiş olduklarını da aklımızdan çıkarmayalım ki sonra hayal kırıklığına da uğramayalım.

Yargı, bizim ülkemizde genellikle özgürlükleri dar anlamda yorumladı, kararlarını alırken kanunların özgürlük alanlarını genişletecek yönlerini değil, sınırlandıracak yönlerini kullanmayı tercih etti.

Şimdi Türk adliyelerini önemli bir sınav bekliyor. Kanun koyucunun, bu son paket ile özgürlükleri genişletmeye çalıştığını bu kez dikkate alacaklar mı, almayacaklar mı?

Yoksa geçmişte olduğu gibi yasakçılık yine ağır mı basacak?

Bekleyip görelim, şunun şurasında altı ay kaldı!

Bu haberi tutuklular okuyunca ne hissetti?

İNTERNETTE tanıştığı üniversite öğrencisi kızı evine davet ettikten sonra öldürdüğü iddiası ile ömür boyu hapis cezası istemi ile yargılanan polis memuru, Adli Tıp Kurumu’ndan istenen ayrıntılı rapor, mahkemeye ulaşmayınca tahliye edildi.

Tahliye kararını veren mahkeme, raporun daha fazla gecikmesinin sanığın cezaevinde mağdur olmasına neden olacağını belirtiyor.

Olay 20 Şubat’ta meydana gelmiş. Demek ki zanlının cezaevinde tutuklu olarak kaldığı süre altı ay civarında. Ve mahkeme, ömür boyu hapis cezası talebiyle yargılanan sanık için bu tutukluluk süresinin bile uzun olduğunu düşünüyor, mağdur edilmemesi için tahliyesine karar verebiliyor. Bu haberi gazetede okurken, yıllardır tutuklu olarak yargılanan ve istedikleri bilirkişi raporları TÜBİTAK’tan çıkıp mahkemeye bir türlü ulaşamayan Odatv davası sanıklarının durumlarını hatırladım. Balyoz davasında haklarındaki tek kanıt, kimin yazdığı belli olmayan bir bilgisayar çıktısındaki “çarpı işareti” olan ve bu yüzden yıllardır tutuklu olarak cezaevinde bulunan, terfileri engellenen subayları da unutmadım tabii.

Milletvekili seçildikleri halde hapiste tutulanları, Tuncay Özkan’ı, Mustafa Balbay’ı hatırladım.

Acaba onlar bu haberi okuyunca ne hissettiler
?

12 Eylül üniversitesi böyle olur

SAMSUN ’da 19 Mayıs Üniversitesi’ne gelen Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’ı protesto etmek için bir basın açıklaması yapmak isteyen öğrencilerin, üniversitenin güvenlik görevlileri tarafından tekme tokat dövüldüklerini hatırlayacaksınız.

Kız öğrencilerin saçlarından tutulup yerlerde sürüklendiğini, erkek öğrencilerin tekme tokat dövüldüğünü televizyonlarda izlemişsinizdir.

Öğrenciler daha sonra da gözaltına alınmışlardı. Şu anda bununla ilgili olarak adli bir soruşturma sürüyor mu bilmiyorum ama üniversite 31 protestocu öğrenciden yazılı savunma istemiş.

Bizde böyle “savunma” istemek, bir prosedürün yerine getirilmesinden ibarettir.

Karar çoktan verilmiştir, ama işi kitabına uydurmak gerekir, savunma istenir.

O savunmalarda ne yazıldığının pek önemi yoktur, çünkü belli ki üniversite yönetimi kararını vermiş, çocukları cezalandıracak.

Savunması istenen öğrencilerin, tekme tokat ile güvenlik bariyerlerine saldırdıkları iddia ediliyor çünkü. Belli ki üniversitenin yönetim odalarından bakılınca öyle görünüyor, biz televizyonlarda başka bir şey görmüştük oysa!

Hep yazıyorum ama yine yazayım: Demokratik bir ülkede, protesto gösterisi yapmak bir haktır. Güvenlik güçlerinin görevi, bu protestonun olaylara neden olmadan yapılıp bitmesini sağlamaktır. Elbette çevreye zarar verecek taşkınlıklara izin verilmeyecektir ama protestosunu barışçı biçimde gerçekleştirmek isteyenlere böyle müdahale edilmez.

Üniversite yönetimi, eğer “üniversite” kavramının farkında olmuş olsaydı, soruşturmayı öğrencilere değil, onların demokratik haklarını kullanmalarını aşırı şiddet kullanarak engelleyen üniversite güvenlikçilerine yönelik olarak açardı.

Ama 12 Eylül ile “hesaplaşılan” Türkiye’de, üniversiteler 12 Eylül zihniyetinden kurtulabilmiş değil, bunu her gün bir kez daha öğreniyoruz.