Uçağın “penceresinden” dışarı baktığımda görebildiğim tek şey uçsuz bucaksız bir bulut okyanusu.. İnsanın üzerine atlamaya hazırlanır gibi kabarmış olanları da var içlerinde, tonton bir dedenin sakalını andıranlar da..
Hostesler telaş içinde servis yapmaya çalışıyor. “Biraz daha çay?”
Yolcular da onların telaşına ayak uydurmuş durumda.. Önümdeki koltukta oturan İngiliz kadın sürekli hostesten bir şeyler istiyor.. Oysa daha çok genç ve koltukta her kımıldayışının önümdeki tepside yarattığı sarsıntı ciddi bir kilo sorunu olduğunu da gösteriyor.
Bu küçük şeyler; iki ısırıkta biten minik bir kruvasan, ortasından ikiye kesilmiş bir çilek, kahvenin coşkulu kokusu, bulutların üzerinden yansıyan keskin güneş ışıkları insana yaşadığını hissettiriyor.
Tanrıça da olsa, kadın..
Aklıma Fortuna geliyor hemen.. Ne zaman kendimi çok iyi hissetsem, içimde bir yerlerde kıpırdanan “Kötü bir şey olursa?” kuşkusu..
Fortuna’yı Roma mitolojisine aşinaysanız hatırlarsınız. Jüpiter’in ilk çocuğu..
Heykellerini hemen her arkeoloji müzesinde görebilirsiniz.. Bazı eski Roma paralarının üzerinde de resmi vardır.. Güzel, çok güzel bir kadındır.
Çoğu kişi üzerindeki tülümsü giysinin beyaz renkli olduğunu hayal edebilir.. Nedense benim hayalimdeki Fortuna mavi şifondan bir elbise giyiyor hep, uçuk mavi bir şifon..
Rüzgârda uçuşan eteğiyle, narin vücutlu genç bir kadın.. Kendisine sorsak “Nereni beğenmiyorsun?” diye, eminim şunu söyleyecek: “Keşke burnum daha küçük, kalçam daha ince olsaydı!”
Kadınların tümünün bilmediğini o da bilemeyecek tabii ki.. Tanrıça bile olsa! Oysa “Seven göz, kusur görmez..”
Fortuna bir elinde boynuz, öteki elinde bir dümen taşır. Boynuz onun dilekleri yerine getirme gücünü temsil eder. Dümen ise insanların kaderini değiştirme gücünü..
Şakacı bir tabiatı vardır, tanrıların dağında büyüyen, şımartılan bütün çocuklar gibi.. Bütün dilekleriniz yerine geldi zannettiğiniz anda dümeni kırıverir..
‘Kadersiz’ bir hayat..
Herkesle de ilgilenmez zaten.. Bazı insanlar onu hiç görmezler.. Kadersiz, umutsuz, bomboş bir hayat yaşar giderler.. Romalılar buna inanırlarmış..
Bir uçağın penceresinden bakarken insanın Fortuna’yı hatırlaması bazı okuyucular için bir “uçuş korkusu”na işaret ediyor olabilir. Hayır, böyle değil..
Benim için yaşamın en büyüleyici anlarından biri bir uçağın pistte koşarak hızlandıktan sonra tekerleklerinin yerden kesildiği andır. Hele kötü hava şartlarındaysanız ve uçak birkaç dakika içinde bulutları yarıp güneşe kavuşmuşsa..
Fortuna’dan dileğim..
O anda hatırlarım Fortuna’yı hep.. Ve Nietzsche’den not ettiğim şu sözleri: “Keyif ile keyifsizliğin birbirinden asla ayrılmaz şeyler olduğunu düşünelim, öyle ki insan birinin ne kadarına sahip olmak isterse ötekinin de ancak o kadarına sahip olacak. Seçim sizin: (1) Mümkün olduğu kadar az keyifsizlik, kısacası acısız bir yaşam mı… (2) Yoksa o ana kadar hiç tadılmamış zevkleri tatmanın, keyifleri yaşamanın bedelini ödemeyi göze alarak mümkün olduğu kadar çok keyifsizlik mi? Eğer ilk seçeneği yeğler ve acılarınızı azaltmayı, hatta yok etmeyi isterseniz, o zaman zevk alma kapasiteniz de azalacak, hatta yok olacak..”
Ben kendim için Fortuna’dan hep ikincisini diledim…