RADİKAL

Tina Brown diye bir kadın

İngiliz gazeteci Tina Brown’u biz Türkler fazla tanımayız. Ona şimdilerde ‘New York’un kraliçesi’ diyorlar.

Tina Brown 1973 yılında İngiliz Sunday Times gazetesinde muhabir olarak işe başladığında 20 yaşındaydı ve ‘Bambu Ağacının Altında’ isimli oyunuyla ödül kazanmış bir yazardı. Sekiz yıl sonra ‘Yılın Genç Gazetecisi’ ödülünü kazandığında ise Tatler dergisinin en çok dikkat çeken editörlerinden biriydi. Aynı yıl kendisinden 26 yaş büyük Harold Evans’la evlenmişti.

Tatler, ünlü Vogue Dergisi’ni de yayımlayan Conde Nast tarafından satın alınınca yeni patronları yılda 50 milyon dolar zarar eden ve kapanmak üzere olan dergisi Vanity Fair’i ‘bildiğini yapması’ için Tina’ya verdi. 0 zaman tüm yayın dünyası bu karara gülüyordu. Tina’nın yetenekleri Vanity Fair dergisinin göz kamaştıran tırmanma süreciyle ortaya çıktı. Vanity Fair gerçek gazeteciliğin yapıldığı ‘snob’ bir dergi olarak hem satışını hem de ilan gelirlerini artırdı. Tina kamuoyunun dikkatini dergisi üzerine çekmeyi de çok iyi biliyordu. Demi Moore’u hamile haliyle çırılçıplak soyunup bu dergiye kapak fotoğrafı çektirmeye o ikna etmişti, hamileliğin utanılacak bir şey olmadığını tüm dünyaya göstermek istiyordu.

1992 yılında Tina Brown, New York entellektüel hayatının en önemli yayın organı sayılan New Yorker’ın başına getirildi. New Yorker’ın kapağına koyduğu ‘hasidik’ bir Yahudi (filmlerde gördüğünüz siyah elbiseler ve şapkalar giyen, favorilerini lüle lüle uzatan tutucu Yahudiler) ile zenci bir kadını öpüşürken gösteren illüstrasyon New York’un tutucu entellektüel çevrelerine bomba gibi düştü. 0 güne kadar daha çok ne yaptığıyla değil ne yazdığıyla konuşulan New Yorker’ın tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı bu.

New Yorker yayıncılarının hatalı promosyon ve reklam politikaları ile yılda 11 milyon dolar civarında zarar etmeye başlayınca Tina Brown’a da yol göründü. Gerçi New Yorker onun döneminde tarihinin en yüksek satış rakamlarına ulaşmıştı ama aydınlar “Tina, New Yorker’ı değiştirmedi, onu yok etti” diyorlardı.

Sonunda Tina, New Yorker’ı bıraktı, Miramax ile birlikte çeşitli yayıncılık ve film konularında faaliyet gösterecek bir şirket kurdu. Bu işten yılda 2 milyon dolar kazanacak. Manhattan’da sahibi olduğu ‘town house’un taksitleri de şirket tarafından ödenecek.

Bütün bunları yazmamın nedeni Tina Brovvn’ın biz Türkler için çok önemli birisi olması değil elbette. Dünyada sadece gazetecilik yaparak da para kazanılabileceğinin, bir gazetecinin sadece yaratıcı zekâsını kullanarak biryerlere gelebileceğinin iyi bir örneği Tina Brovvn. Akıllı kadınların da kendilerine fırsat tanındığında birçok erkeğin başaramadığını yapabileceklerini gösteren bir sembol. Küçük kızlara kendilerine ve zekâlarına güvendikleri takdirde neler yapabileceklerini gösteren bir rol modeli. Bu yazıyı onun için yazdım.