Diplomat ve volkanbilimci Sir William Hamilton, 1767 yılında hareket eden resimlerin ışık ve ses efektleriyle kombinasyonunu sağlayan bir makine icat etti ve insanlara Vezüv Yanardağı’nın patlamasını gösterdi…
Buna “18. Yüzyılın sineması” diyebiliriz sanıyorum.
Hamilton’un bu “ses ve ışık gösterisi”ne hangi müziğin eşlik ettiğini bilmiyorum.
National Geographic’in Ekim sayısında Hawaii’deki “yanardağlar parkı”nın fotoğraflarına bakarken bu konuyu yeniden düşündüm.
Acaba Hamilton’un çaldığı müzik neydi?
Ben olsam Wagner çalardım diye düşündüm ama o tarihte Wagner henüz hiçbir şey besteleyememişti. Doğması için daha 46 yıl beklemek gerekiyordu, ilk operasını bestelemesi için de 66 yıl..
Külden yeşeren hayat
Mark Twain, Hawaii’deki Kilauea Yanardağı’nı görmeye gittiğinde hayal kırıklığına uğramış. “En ünlü doğa harikaları dahi ilk bakışta insanı hayal kırıklığına uğratır. Ancak daha iyi tanıdıkça görkemi artar, büyür ve sonunda akla hayale sığmayacak bir hale gelir” diye yazmış..
Hawaii’nin Yanardağ Tanrıçası “Pele” ismini taşıyor..
İlginç bir şey bence..
Yanardağ gibi karşısına çıkabilecek ne varsa, su dahil hepsini yok edebilme gücündeki bir “şey”i kadın olarak görmek..
Tarih boyunca bildiğim bütün güçlü “insan ötesi varlıklar” hep erkek olmuş çünkü..
Elinde şimşeklerle oraya buraya koşup hem öteki tanrılara, hem ölümlü insanlara kaldıramayacakları şakalar yapan Zeus, Jüpiter ve bildiğimiz öteki güçlü tanrılar..
Aynı dergide 1983’teki dev patlamanın ardından lavların örttüğü geniş alanlarda yaşamın nasıl yeniden boy verdiğini gösteren fotoğraflar da var..
Acaba, Pele’nin kadın olması bundan mı ileri geliyor? Aynı zamanda yeni bir yaşama beşiklik edebiliyor olmasından mı?
Mevsimlerin tadını çıkarın
National Geographic’in Eylül sayısında da iklimlerin ürkütücü bir hızda değişmekte olduğunu anlatan ilginç bir makale var.
Hastalığım sırasında onu okurken uyuyakalmışım.
Ve o gece rüyamda Vivaldi’yi gördüm. Klasik müziğin “kırmızı kafalı” bestecisini..
Eğer bilim adamlarının tahminleri doğru çıkarsa iki – üç yüz yıl sonra Vivaldi’nin “Dört Mevsimi”ni dinleyenler, hayallerinde bu dört mevsimi nasıl canlandıracaklar?
Sadece yazın ve kışın olduğu bir doğal düzende ilkbaharı ve sonbaharı nasıl anlayacaklar, güzelliğini nasıl fark edecekler?
Güney Kutbu’ndaki Larsen Buzul Tabakası’nın bir bölümü 2002 yılının başında parçalanmış. Uzmanlar bu parçalanma sonucunda eriyecek buzların diğer buzul tabakalarında da parçalanmalar yaratabileceğini düşünüyorlar.
Büyük olasılıkla biz bunu görmeyeceğiz, çünkü 21. Yüzyıl bitmeden Güney Kutbu’nun batısındaki buzul tabakasının parçalanması beklenmiyor. Ama torunlarımız mutlaka görecekler..
Düğünlerine Bach yakışır
O çöküşün sonrası tam bir felaket olacak.. Parçalanma ve erimeyle birlikte denizlerin altı metre yükseleceği öngörülüyor.
Buzulu inceleyen bilim adamı Windell Curole “kimse başını kuma gömemez, çünkü yakında pek fazla kum da kalmayacak” diyor..
Bunları okuyunca Pele’ye bir eş geldi diye düşündüm..
Buzulların da bir “tanrısı” varsa bu mutlaka erkek olmalı..
Soğuk, beklenmedik anlarda taşkınlıklar yapan bir erkek tanrı…
Ateşli ve doğurgan Pele’ye yakışacak bir tanrı..
Onlara evlilik müziği olarak da Bach’tan bir şeyler çalınsa keşke..
Bizdeki köşe yazarlarının her gün yazı yazmak zorunda olmaları gibi her gün beste yapmak zorundaydı o da..
Çevredeki kiliselerin pazar ayinleri için, düğünler, doğumlar ya da azizlerin özel günleri için hep yeni beste yapmak zorundaydı, çünkü Weimar şehri ona bu şartla maaş ödüyordu!
300 kantat böyle çıktı ortaya. Bir tanesi Pele’nin düğününe yakışırdı diye düşündüm..
