Önce Cumhurbaşkanı (yoksa “Cumbaşbakan” mı deseydim?) Recep Tayyip Erdoğan “sınırlarımızda başka bir oyun oynanıyor” dedi.
O böyle deyince, Başbakan (yoksa “Cumhurbaşkanıbaşyardımcısı” mı deseydim?) da durduğu yerde durmadı tabii, bir adım ileri attı.
“Gelişmelerin arkasındaki aktörleri doğru okumak lazım. Yerli akıl değil. Son saldırılar, Kobani ile yerli süreci dış aktörlerle irtibatlandırarak yabancılaştırmayı hedefliyor” dedi.
“Yerli süreci dış aktörlerle irtibatlandırarak yabancılaştırmayı hedeflemek” cümlesindeki kargaşa, Başbakan’ın kafa karışıklığını da yansıtıyor.
Belli ki kafasının içinde tam olarak şekillenmemiş, ama madem Cumhurbaşkanı böyle bir şeye dikkat çekti, ben de üzerine gideyim diye düşünmüş!
Şimdi biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı esasen bir dünya lideri!
Vizyon, misyon, öngörü, akıl, ne isterseniz hepsinden fazlasıyla var, adeta aklın cisimleşmiş hali!
Başbakan da zaten bir “strateji” uzmanı, kitapları bile var, kitaplarında, makalelerinde yazdığını önce danışman olarak, sonra Dışişleri Bakanı olarak gerçekleştirme fırsatını da buldu.
Ama bu kadar “donanımlı” yönetecilerimize rağmen, “yerli süreci dış aktörlerle irtibatlandırarak yabancılaştırmayı hedefleyenler”, Cumhurbaşkanı’nın sözleriyle, “sınırlarımızda başka bir oyun” oynayabiliyorlar!
Oynayabiliyorlar, çünkü bu kadronun Suriye krizinin ilk gününden beri attıkları her adım, yaptıkları her iş, aldıkları her karar buna yol açtı!
Komplo teorilerine pabuç bırakmadığımı biliyorsunuz.
Ülkelerin iç dinamiklerini ihmal eden, bütün olup biteni uzaklardaki bir başkentte basılan düğmelere bağlayan görüşlerin de çoğu zaman “kendi beceriksizliğinin suçunu başkasına yıkma” çabası olduğıunu düşünürüm.
Suriye’de bir iktidar boşluğu olduğu zaman, bunun sınırlarımızda nelere yol açabileceğini tahmin etmek için dahi olmak gerekmezdi.
Suriye’nin bir yandan Arap – Kürt, diğer yandan Alevi – Sünni ekseninde parçalanmasının mümkün olduğunu görmek zor değildi.
Bu ikili, Suriye krizi patlak verdiğinde Esad’ın kısa sürede yıkılıp gideceğini ve yerine bir tür Müslüman Kardeşler iktidarı gelebileceğini öngördü.
Bu ikilinin yere göğe sığdıramadığı Hakan Fidan önderliğindeki MİT böyle bir istihbarat vermiş olmalı ki bunlar da bütün oyun planlarını bunun üzerine kurdular.
Ve oyun planları çöktü!
Esad hala yerinde, bir sene öncesine göre yeri daha da sağlam görünüyor.
Suriye Kürtleri, bir özerklik denemesine giriştiler, artık bunda başarılı oldukları da görülüyor.
Suriye sınırımız Peşaver’e döndü, dünyanın en kanlı örgütü cirit atıyor!
Ve yöneticilerimiz, bu durumun Türkiye’de yarattığı basınçtan “yabancı parmağını” sorumlu tutuyor!
Önce bir kendizine bakmanızı öneririm.
Soruna önce doğru teşhis koyun ki çözümünü de bulabilesiniz.
Bu halk, sizi yabancı güçlerin planları karşısında çaresiz kalasınız diye değil, ülkeyi düzgün yönetesiniz diye seçti.
Şikayeti bırakın, sorunu çözmeye odaklanın.
Utanmasa açıkça isteyecek
Eğitim Bir Sendikası, Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurarak turizm ve otelcilik liselerinin 11 ve 12. Sınıflarında okutulan bar ve alkollü içki servisi derslerinin kaldırılmasını istedi.
Çok şaşırmadığımı söylemeliyim.
Bütün eğitim sistemi dinselleştirilmeye, imam hatip okulları orta öğretimde tek seçenek haline getirilmeye çalışılırken, turizm ve otelcilik liselerinde de dini içerikli düzenlemeler yapılmasında şaşılacak bir durum yok.
Daha önce de bazı ziraat fakültelerinde şarapçılık dersinin kaldırılması yolunda taleplerin olduğunu ve bazı fakülte ve yüksek okul yöneticilerinin bu isteğe uyduklarını da duymuşluğum var.
Dikkatimi çeken konu, Eğitim Bir-Sen Genel Başkan Vekili Ahmet Özer’in neden bu talepte bulunduklarını açıklarken kullandığı bir cümle.
Özer şöyle diyor: “Turizm ükesi olması sebebiyle alkolü yasaklayamayız, ama bu dersi meslek yüksek okulları kapsamına alabiliriz.”
Yani, Türkiye kuş uçmaz, kervan geçmez bir ülke olsa, bu beylerin ilk talebi belli ki alkollü içki tüketiminin yasaklanması olacak!
Aklından geçen de zaten o ama “utangaç” olduğu için dolaylı olarak ifade edebiliyor!
Bir yandan hoşgörü, dinde zorlama olmadığı vs. dillerinden düşmüyor, ama akıllarına ilk gelen şey de “yasaklamak” oluyor.
Bunların demokrasiden filan söz ediyor olmaları büyük bir yalandan ibaret!
Hayal ettikleri şey kendi yaşam biçimlerii ve anlayışlarını herkese zorla kabul ettirecekleri türden bir “demokrasi”!
Demokrasinin o kadarı zaten İran’da da var, özendikleri şey o.
Harem – selamlık eğitime bir adım
İstanbul Esenler’deki Akşemsettin İmam Hatip Lisesi’nde karma eğitim kaldırılarak, erkek ve kız öğrencilerin ayrı saatlerde eğitim gördüğü uygulamaya geçilmiş.
Erkek öğrenciler sabahçı, kız öğrenciler ise öğlenci olarak eğitim görüyormuş.
Evrensel’in haberine göre, okul içinden konuşan ancak isim vermek istemeyen eğitimciler, “İslam ahlakı” gerekçesiyle kız ve erkek öğrencilerin ayrıldığını, “erkek öğrencilerin kız öğrenciler için kavga etmesinin engellenmesi”nin amaçlandığını söylüyor.
Esenler İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden ismini vermeyen bir yetkili ise, bu durumu, “imam hatip olduğu içindir” diye açıklıyor.
Niye olduğunu biliyoruz aslında.
Hatırlarsınız, TBMM Başkanvekili AKP’li Sadık Yakut, “kız ve erkek öğrencilere birlikte eğitim yaptırılmasını bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlış önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek” demişti.
Cumhurbaşkanı’nın oğlu da Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki toplantıda “Bu konuda
Ankara’da irade var, Yeni planlanan okulları da ya kız ya erkek olarak planlayalım” diyordu.
Belli ki kafalarındaki “kız – erkek ayrı eğitim” projesini “test ediyorlar”!
