Çocukların terbiyesine de dikkat edelim
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, önceki günkü parti grup toplantısında yaptığı konuşmada bir kez daha aynı şeyleri söyledi.
“İsrail bu yönetimden, Türkiye de AK Parti iktidarından kurtulmadıkça, Türkiye-İsrail ilişkileri düzelmez” değerlendirmesini hatırlattıktan sonra “Şu tespite bak. Şu lafa bak. Şu yaklaşıma bak. Sen kimin avukatısın? Önce bunu söyle” diye konuştu. Bu değerlendirmeyi bu köşede Mavi Marmara olayından sonraki gün yaptığımı dikkatli okuyucular hatırlayacaklardır.
Kimin avukatı olduğumu da geçen gün yazdım: Kendimin avukatıyım! Türkiye ve İsrail’de yaşayan, barış ve huzur isteyen, inatlaşmalarla, kavgalarla bir yere varılamayacağını bilen insanların da avukatı sayılırım!
Ve yine tekrar ediyorum: Türkiye’de AKP hükümeti, İsrail’de de bu ırkçı faşist hükümet gitmeden Türkiye ile İsrail ilişkilerinin normalleşebilmesi mümkün değil.
İki ülkenin sağduyulu insanlarının ilk seçimde de bunu yapabileceklerine inanıyorum.
Sanıyorum ki Başbakan da bunu bildiği için bu kadar sinirli.
Ve aynı şekilde Başbakan’a da sormak istiyorum. Elbette Başbakan’ın üslubuyla konuşmama terbiyem elvermediği için “ikinci tekil şahıs” ile soracağım: “Peki siz kimin avukatısınız?”
Normal olanı da budur zaten. Çok samimi olmayan insanların, hele birbirlerine kamuoyunun huzurunda hitap ederken “sen” demeleri yakışık alacak bir durum sayılmaz.
Öyle görünüyor ki Başbakan’ın ne demokrasi anlayışı ne de vücut kimyası eleştirilere kulak vermeye müsait değil. Doğrusunu söylemem gerekirse çocuklara da kötü örnek oluyor. Konuşmalarındaki kabadayı hava, insanlara hitabında “sen”, “ya”, “bu”, “yahu” gibi sözleri kullanması asgari nezaket kurallarına uyan bir durum değil.
Kendisine önerim biraz daha serinkanlı olarak meselelere ve eleştirilere yaklaşmasıdır.
Herkes onun gibi düşünmek zorunda değil, herkes onun istediklerini yazmaya mecbur değil!
Uyan da balığa gidelim!
İNGİLİZCEDE böyle bir deyiş var: Good morning after supper! “Akşam yemeğinden sonra günaydın” anlamına geliyor, bir meselenin farkına çok geç varanlar için kullanılıyor.
Ben aynı durumu anlatmak için başlıktaki sözü daha uygun buluyorum. Ama bu yazıdaki muhatabımız Amerikalı olduğu için İngilizce eşanlamlısını da yazının girişine aldım.
Konuğumuz Lehigh Üniversitesi öğretim üyesi Henri Barkey.
AKP’de “demokrasi boncuğu” bulan “liberal aydınlarımızın” temel referans kaynaklarından ve AKP’nin ABD’deki en büyük destekçilerinden biridir kendisi.
Son yazdığı makaleyi okurken içimde Mr. Barkey’e “Good morning afteer supper” demek isteği uyandı.
Bakın neler yazıyor:
“Ekonomik liberalizmden yana olan ve bugünkü siyasi açılımı yaratan AKP, düzenli liberal gelişime karşı duran iki engelle yüzleşiyor. Birincisi, kendi parti siyasetindeki tek lider hâkimiyetinden de anlaşılacağı üzere, otoriterizme bizatihi yatkınlığı. İkincisi, siyasi içgüdüleri klasik anlamda liberal değil; daha ziyade Müslüman hassasiyetler ve endişelerin öncelikle belirlediği bir algıyla hareket ediyor.”
“AKP klasik anlamda bir liberal parti değil. Ordu, yargı ve medyanın haddini aşan gücünü dizginlemek isterken aslında bunu kendini ve destekçilerini korumak için yapıyor. Dahası sağlıklı bir başlangıç yapmasına rağmen parti içi demokrasi yitirildi ve parti, liderinin maşası haline geldi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sonunda, bir partinin bütün veçhelerinde tek adamın baskın olduğu geleneksel Türk modeline benzedi.”
Kısa bir tatil iyi gelecek
BAŞBAKAN Erdoğan, “Bizim Gazze’de ne işimiz var” diye soru soranlar olduğunu söyleyerek “ABD’nin Afganistan’da, Irak’ta ne işi varsa bizim de Gazze’de o işimiz var” anlamına gelen bir yanıt verdi.
Öncelikle bu soruyu kimin sorduğunu bilmediğimi söylemeliyim. Kimsenin “Bizim Gazze’de ne işimiz var” dediğini okumadım, zaten Gazze’ye gitmiş de değiliz.
Ama diyelim ki öyle olsun, bu soru gerçekten sorulmuş olsun.
Yanıt gerçekten ilginç!
Çünkü bu ifade biçimi esasen Afganistan ve Irak’taki savaşı haklı bulan bir görüşe ait olabilir.
“Onlar yaptı, haklılardı, biz de yaptık, haklıyız” anlamına gelir.
Ancak Başbakan’ın vurgusundan ve konuşmasının genel konseptinden bu ifade biçiminin esasen Afganistan ve Irak’taki yabancı müdahalesini haksız bulduğu sonucunu çıkartmamız da gerekiyor.
O zaman da bir tuhaflık ortaya çıkıyor: Türkiye askeri olarak Afganistan operasyonunun tam göbeğinde ve Irak’a ABD müdahalesini kolaylaştıracak tezkere olumlu oy verenler de başkanı olduğu partinin milletvekilleri!
Bundan çıkardığım sonuç şu: Başbakan’ın konuşmalarını yazan danışmanlarının da vücut kimyaları bozulmuş, bu kadar stresi ve kavgayı kaldıramıyorlar, akıllarına ilk geleni yazdıkları için de ortaya abuk sabuk şeyler çıkıyor!
Bu arkadaşlara kısa da olsa bir tatil olanağı yaratmak gerek. Fettah Bey acaba bu işle
ilgilenir mi?