Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Mahkemede doğru söyler, kürsüde şaşar!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “ucube” diyerek yıktırttığı Kars’taki “İnsanlık Anıtı” isimli heykelin yaratıcısı Mehmet Aksoy’un açtığı davada Başbakan’ın savunması mahkemeye ulaşmış.

Radikal’den İsmail Saymaz’ın haberine göre, savunma Başbakan adına avukatı tarafından kaleme alınmış. Avukatı tarafından yazılmış olsa da mahkemeye kendi adına verildiği için bu savunma Başbakan’ı “bağlar”.
Başbakan’ın savunmasından bir bölüm aktarıyorum:
“Politikacı ve sanatçıların eserlerine yönelik sert eleştirilere açık olmaları gerekir. Sözler eleştiri sınırları içinde kaldığı ve davacının kişilik haklarına saldırılmadığı sürece tüm ifadelerin hukuka uygun olacağı dile getirilmiştir.”
Okurken eminim sizler de tebessüm etmişsinizdir.
“Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” atasözümüz tam olarak da böyle durumlar için söylenmiş olmalı.
Demek ki neymiş: Politikacı kendisine yönelik sert eleştiriye açık olmalıymış!
Başbakan’ın avukatı, acaba bu savunma metnini yazdıktan sonra Başbakan’a da okuttu mu? Okutmuş olduğunu varsaymalıyız, normal olanı budur.
Başbakan acaba bunu okuduktan sonra şöyle dedi mi: “Avukat Bey, gazetecilere, karikatüristlere açtığım tazminat davalarına da siz mi bakıyorsunuz?”
İlginç bir “çıkar çatışması” durumu bu çünkü.
Muhtemelen aynı adliyede, aynı koridorda yan yana iki mahkemeden birinde “politikacı kendine yönelik sert eleştirilere tahammüllü olmalı, müvekkilim masumdur” diyeceksiniz, sonra öbür mahkemede “bu bey karikatür çizdi, müvekkilime hakaret etti” diye ceza verilmesini isteyeceksiniz.
“Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” diye bir türkü var, biliyor musunuz?
Başbakan için bu türkünün yeni versiyonu şöyle olmalı: “Mahkemede doğru söyler, kürsüde şaşar!”

Hepimiz Suriyeliyiz!

MUSA Kart’ın çizdiği karikatür dün Cumhuriyet’te yayımlandı. Anlatmaya çalışayım: Dışişleri Bakanı Ahmet Bey, “Kim milyoner olmak ister”de yarışıyor, “Kapatılan Özgür Gündem gazetesi hangi ülkede” diye bir soru sorulmuş, iki yanıt şıkkı kalmış, biri Türkiye, diğeri Suriye. Bakan Ahmet Davutoğlu’nun konuşma balonunda şöyle yazılı: “Suriye son kararım!”
Biliyorsunuz Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Suriye’ye demokrasi getirmek için son derece istekliler.
Gerçi daha altı-yedi ay öncesine kadar Esad, Başbakan’ın en yakın aile dostlarından biriydi. Ailece görüşmeler, düğün davetleri filan.
O tarihte Esad bir diktatör değildi tabii! Sonra nasıl olduysa “halkına zulmettiği” fark edildi. Oysa Şam’daki sarayda ailecek “beş çayı” içilirken, Şam hapishanelerinde işkence tam gaz sürüyordu!
Bu da gösteriyor ki bizim yöneticilerimiz ile demokrasi arasındaki ilişkinin şizofrenik bir yönü de var.
Mesela Suriye’de medyanın özgürce faaliyet göstermesini istiyorlar, Türkiye’de pek o kadar da özgür olsun istemiyorlar. Kimini kapatıyorlar, kimini tehditle susturuyorlar, gazetecileri hapse tıkmak zaten en kolayı.
Suriye’de rejimin protestoculara hoşgörüyle davranmasını istiyorlar, bize gelince protesto gösterilerini İçişleri Bakanlığı genelgesiyle yasaklıyorlar! Yasaklamakla kalmıyorlar, polislerine emir verip, insanları dövdürüp, gözlerine de gaz sıktırıyorlar!
Bir tür şizofreni dediğim bu. Çift kişilikli bir ruh hali yani! Bunun bir tedavisi mutlak olmalı ama ben bilmem, ruh hekimi değilim.
Onun yerine şunu önerebilirim belki: Acaba protesto için sokaklara çıktığımızda ellerimize “Hepimiz Suriyeliyiz” pankartları mı alsak?

Adalete bak: Dava açılmış ama delil yok!

HOPA olaylarını protesto etmek için Ankara’da yapılan gösteriler nedeniyle özel yetkili savcılık tarafından dosyaları basın savcılığına havale edilen 48 kişi önceki gün yargıç karşısına çıktı.
Sanıklar, “toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet, kamu malına zarar vermek ve görevli memura direnmek” suçlarından yargılanıyorlar.Davanın ilk duruşmasında Asliye Ceza Mahkemesi yargıcı şöyle konuştu: “Polisler yaralanmış, araçlar zarar görmüş deniliyor ancak bunlara ilişkin deliller dosyada yok.”
Yargıç, aynı olayla ilgili olarak Özel Yetkili Mahkeme’de görülmekte olan dava dosyasından delillerin temini yoluna gidebileceğini de söylüyor. İlginç bir durum: Dosyada yeterli delil yok, ama dava açılmış. Mahkeme, bu iddianameyi ciddiye alıp yargılamaya başlamış. İşte “âdil hukuk düzeni” diye buna derim!
Dava dosyası özel yetkili savcılıktan geldiğine göre şöyle düşünmüş de olabilirler tabii: “Nasıl olsa bizim açtığımız davalarda özel yetkili mahkemeler delil durumuna bakmıyorlar, hatta bununla ilgilenmiyorlar bile. Asliye ceza hâkimleri de delil sormayıversinler.”
Bu arada aynı davada sanıkların, gözaltına alınma işlemi sırasında işkence ve kötü muamele gördükleri, cinsel tacize maruz kaldıklarına ilişkin çok sayıda suç duyurusunda da bulunuldu.
Sanıklar şikâyetlerinin 2 aydır değerlendirilmediğini söylüyorlar. Boşuna bir çaba gibi görünüyor, çünkü bu iddialardan bir sonuç çıkmaz.
İşkencecileri korumak, hele de işkence edilenler solcularsa, son bağımsız Türk devletinin bağımsız yargısının önemli fonksiyonlarından biridir!