Sorumluluğu kim üstlenecek?
ÇUKURCA’da 24 askerin şehit düştüğü, 18 askerin yaralandığı PKK saldırısı ilçe merkezindeki sekiz ayrı noktaya ve 15 kilometre mesafedeki karakola aynı zamanda başladı.
Bölgenin PKK saldırılarına karşı ne kadar hassas olduğu bir sır değil.
Ve kalabalık bir terörist grubu, ağır silahlar da kullanarak böyle bir saldırıyı gerçekleştirebiliyor.
İnsansız keşif uçakları, gece görüş olanaklarına sahip helikopterleri olan düzenli bir orduya karşı!
Açık arazide kurulmuş bir pusu da değil, güvenlik önlemleri alınmış yerleşik mevzilere karşı hem de!
Ortada çok büyük bir savunma zafiyeti olduğu açık.
PKK’nın arkasındaki “dış güçler” her kimlerse onları suçlamadan önce bakmamız gereken yer burasıdır.
Türkiye, savunma harcamalarına ayırdığı bütçe açısından dünyanın önde gelen ülkelerinden birisi ama sınırlarımızı koruyamadığımız gibi sınırlarımızın içindeki kentleri, kasabaları da koruyamıyoruz. Bunun bir açıklaması ve bir sorumlusu olmalı.
Dün Türk Silahlı Kuvvetleri, yurtiçi ve Kuzey Irak’ta 5 ayrı bölgede, 22 tabur ile operasyona başlandığını açıkladı.
Birliklerin saldırının hemen ertesinde böyle bir operasyonu başlatabilmiş olmaları da zaten bu konuda bir hazırlık olduğunu gösteriyor.
Böyle bir harekâttan sonuç alınacaksa, bugüne kadar neden beklendiğini de sorgulamak gerekiyor.
Sınır ötesinde askeri harekât için hükümet, TBMM’den yetki almamış mıydı? Bu yetkinin kullanılması için böyle bir saldırının gerçekleşmesi mi gerekiyordu?
Bunun askeri ve siyasi sorumluluğunu kim üstlenecek?
Ortaya bir öneri koymak hükümetin görevi
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, PKK’nın son saldırısından sonra bir kez daha muhalefeti suçladı. “Çözüm önerisi getirmiyorsunuz” dedi.
Dokuz yıldır iktidarda olan bir siyasetçinin muhalefeti bu soruna bir çözüm önerisi getirmemekle suçlaması enteresan bir durum tabii.
Normal olarak çözüm yolunu ortaya koymak ve bunun için muhalefetin desteğini istemek onun görevi olmalı.
Ama ortaya bugüne kadar elle tutulur bir çözüm yolu da koyamamış bulunuyor.
Hatırlayacaksınız bir zamanlar “Kürt Açılımı” diye yola çıkmış, sonra bunun adını “demokratik açılım”a ve sonra da “milli birlik ve beraberlik projesi”ne çevirmişti ama bu politikanın içeriğinde ne olduğunu da öğrenebilmemiz bir türlü mümkün olamamıştı.
Ve o “açılım” sözünün unutulmasına neden olan Habur vakasının yıldönümünde PKK saldırıp, onlarca askeri şehit etti.
Seçim sürecine girene kadar demokratik çözümlerden söz edilirken, seçim kampanyası ile birlikte sertleşen bir söylem var. Bir yandan insan hakları ve demokratik hakların genişletilmesi düzleminde bir şeyler yapılacağı söyleniyor, diğer yandan “intikam alınacak, kanı yerde kalmayacak” sözleriyle sorunun silahla çözüleceğine ilişkin işaretler veriliyor.
Ama ortada ne biri var, ne öbürü!
İnsan hakları ve demokrasinin geliştirilmesi işi yeni anayasanın yapımına bırakıldı, terör ile silahlı mücadele ise kör topal sürüyor.
Sınır ötesi operasyon yapmak için PKK’nın son yıllardaki en vahşi saldırısını yapmasını beklemek gerekiyor.
Bir yandan PKK ile görüşülüyor, diğer yandan bunun siyasi sorumluluğu devlet memurlarının üzerine yıkılmaya çalışılıyor.
Başbakan da bu ülkenin bir insanı olarak elbette çok üzgün!
Ama artık muhalefeti ya da başkalarını suçlamak yerine herkesi bir masa etrafında çözüm bulmaya davet edebilir.
Unutmayalım ki PKK ile “devlet” görüşmesi bile kamuoyunda anormal bir tepkiyle karşılanmamıştı.
Türkiye, bu soruna ortak akılla bir çözüm bulmaya hazır, yeter ki üzerinde konuşulacak bir öneri ortaya konsun.
Bu da her halde hükümetin görevi olmalıdır.
Bir ‘canavar katilimiz’ eksikti!
İsraİlİ er Gilad Şalit ile takas edilen Filistinlilerin 11’i uçakla Türkiye’ye getirildi ve uçaktan acımasız bir katil de çıktı!
16 yaşında bir çocuğu tuzağa düşürüp 15 kurşunla öldürten bir katil!
Gazetelere yansıyan haberler katil kadının hapishanede diğer Filistinli tutuklular tarafından da nefretle anıldığını ortaya koyuyor.
Ve Türk hükümeti, bu kadının Türkiye’ye getirilmesine sesini çıkarmıyor. Yakında kendisine geçimini sağlaması için bir de maaş bağlanırsa hiç şaşırmayacağım.
İsrail’in er Şalit ile takas amacıyla sınır dışı ettiği Filistinliler arasında bombalar patlatarak masum sivillerin ölümüne yol açanlar da var.
Ve yıllardır terör belasıyla yaşayan bir ülke, bunları gönül huzuruyla kabul edebiliyor.
Sanıyorum, bir tür “akıl tutulması” yaşıyoruz!