Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Tuğluk’un sözleri tehdit mi?

AVUKATLARI, “ceplerinde götürdükleri saç tellerini inceleterek” Abdullah Öcalan’ın “zehirlendiğini” keşfettiler!

Adalet Bakanlığı’nın dünkü gazetelerde de yer alan açıklaması, iddianın doğru olmadığı yönünde.

Şurası bir gerçek ki, Türkiye Cumhuriyeti, Abdullah Öcalan’ı öldürerek yok etmek isteseydi, çok daha pratik yöntemler bulabilirdi.

“İmralı sakinini” normal bir cezaevine nakletmek bile, amaç Apo’yu yok etmek olsaydı, yeterli olurdu.

Dolayısıyla bir “zehirlenme” varsa bile, bunu geçmişte aramaları daha akıllıca olurdu.

Öte yandan DTP Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un, “Öcalan’a kimyasal ya da radyoaktif bir saldırı varsa bunun sonuçları kimsenin tahmin edemeyeceği kadar ağır olacaktır. Bu coğrafyada geri dönülmez tahribatlar yaşanabilir” sözlerinin de üzerinde durmak gerek.

Bu bir “tehdit” mi, yoksa Tuğluk, bizim bilmediğimiz bir şeyleri mi biliyor?

Eğer ikincisi doğruysa, Tuğluk, neleri bildiğini açıklasa da hep birlikte öğrensek daha iyi olur.

Tribünlere gösteri ihtiyacı

BAŞBAKAN ile Genelkurmay Başkanı’nın “medya üzerinden haberleşme” yönteminde ısrarları, neredeyse her gün yeni bir “krize” neden oluyor.

Genelkurmay Başkanı’nın, bir hükümet görevlisi olarak “Kuzey Iraklı Kürtler ile görüşmem” sözlerini uluorta söylemesinin yanlışlığını daha önceki bir yazımda belirtmiştim.

Konu burada kapandı sanıyorduk ki Başbakan çıkıp, “Bunlar kişisel görüşleri” dedi.

Genelkurmay’ın “Hayır, bunlar kurumsal görüşlerdir” açıklaması, tartışmayı yeniden alevlendirdi.

Başbakan’ın, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geleneğinde en üst komutanın sözlerinin “kişisel olarak” algılanamayacağını biliyor olması gerekirdi.

Oysa Genelkurmay Başkanı’nın ABD’deki açıklamasından sonra Milli Güvenlik Kurulu toplanmış ve “Kuzey Iraklı Kürtler ile diyalog” kararı alınmıştı.

Yani, tartışma Anayasal zemininde yapılmış ve bir sonuca varılmıştı.

Durum böyleyken Başbakan’ın bitmiş bir tartışmayı yeniden canlandırmasını neyle açıklamalıyız?

Düşünüyorum ve “tribünlere gösteri yapma ihtiyacı”ndan başka bir yanıt bulamıyorum.

Bana öyle geliyor ki Başbakan, konuşmaya başlayınca kendi sesinin büyüsüne kapılıyor ve içinde biriktirdiği her şeyi kolayca söyleyiveriyor.

Ülkenin sivil yöneticileri ile askerlerin, ülke sorunlarını tartışacakları yerin Milli Güvenlik Kurulu olduğunu hiç kimsenin aklından çıkarmaması lazım.

Pilavla eti avuçlayarak yemek!

İSTANBUL Müftülüğü’nün “sol elle yemek yenmez” fetvası, İslam dinini günün gereklerine göre yorumlama konusunda bulunduğumuz noktaya işaret ediyor.

Hutbeyi hazırlayan heyetten İsmail İpek’in, Hürriyet’e söylediği “Bıçağın sağ elde, çatalın sol elde tutularak yemeğin yenmesi uygun değil. Bu bir batı ádetidir” sözleri bize “kendi ádetlerimize göre yemek yememiz” gerektiğini de öğütlüyor.

İslam dininin doğduğu dönemlerde çatalın icat edilmemiş olduğunu, Doğu’da bilinmediğini hatırlayalım.

Eski Türk geleneğinde de yine aynı nedenle “çatal kullanmak” yok, çünkü çatal yok!

Hatta daha da ötesi “ayrı tabaklar” da yok.

Zaten müftülüğün dayandığı hadis de buna işaret ediyor: “Yemeğinizi sağ elinizle, önünüzden yiyiniz.”

Bunun nasıl bir şey olduğunu, Arap ülkelerinde bu tür “ağırlamalara” katılmış olanlar iyi bilirler.

Ortaya bir tepsi pilav ile et gelir, herkes önünden, “sağ eliyle” yemeğini yer. Kimisi bir pide parçasından yararlanır, kimisi doğrudan avucunu kullanır.

Müftülüğün, “ádetlerimize uygun” dediği bu mudur?

Evren’in açıklaması

DÜN Kenan Evren telefonla aradı ve “Federasyon konusunu bilmediğini” söylediğim dünkü yazımla ilgili bir açıklama yaptı.

Evren, söz konusu demecinde “federasyondan” söz etmediğini, atanmış bölge valiliği esasına dayalı bir eyalet düzenini kastettiğini söylüyor.

Okuyucularıma duyurmuş olayım.