RADİKAL

Suçun adını kim koyacak?

Marmara depreminden sonra açılan davaların tek tutuklu sanığı Veli Göçer biliyorsunuz üç gün önce tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Öyle görünüyor ki hileli ve hatalı inşaatlar yaparak binlerce insanın ölümünden sorumlu olan herkes paçayı kurtaracak.
Sadece müteahhitler değil, yanlış hesaplar yapan beceriksiz mühendisler, üç kuruş rüşvet için deprem yönetmeliklerine uyulmamasına göz yuman belediye başkanları, encümen üyeleri, imar müdürleri de paçalarını kurtaracaklar.
Çünkü, sıkı durun, Bağımsız Türk Adliyesi ‘suçun adını’ hâlâ koyabilmiş değil.
Dünkü Radikal’de yayımlanan bir haber aczin boyutlarını gözler önüne seriyor: Sakarya Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Özbakır, yıkılan binaların müteahhitlerine Türk Ceza Kanunu’nun 383 ve 455. maddelerinden hangisinin uygulanacağına henüz karar veremedi. Anadolu Ajansı (ki devletin resmi ajansıdır) muhabirine “suçun adını koyamadığımız için dosyaları beklemeye aldık” diyen Başsavcı Özbakır, toplam 639 dosya hazırladıklarını, işlem yapılabilen 127 dosyanın 45’ine takipsizlik kararı verildiğini, 62 dava açıldığını, birinde yetkisizlik kararı verildiğini söyledi. Halen 512 dosya ‘suçun adının konmasını’ bekliyor.
Sadece Sakarya kent merkezinde tamamen yıkılan mahalleleri göz önüne getirin önce, sonra da ‘oluşturulan dosya sayısına’ bir bakın.
Öteki kentlerde kimbilir durum ne âlemde?
Savcının yakınmasına bakıp şaşırıyorsanız, onda da haklısınız. Suçun adı konmamış.. Peki bu ‘adı’ kim koyacak? Suç konusu fiilin ceza yasamızdaki hangi maddeye uyduğuna kim karar verecek? Savcı? Hâkim? Yargıtay? Şen Kasap Ahmet? Manav Hüseyin? Gazeteci Remzi?
İlk bakışta savcıyı suçlamak ve “sen davanı maddelerden birine göre aç, hâkim sevk maddesini değiştirmeye gerek görürse ek iddianameyle davaya devam edersiniz” demek mümkün gibi görünüyor. Ama kazın ayağı hiç de öyle değil.
Savcının çaresizliği hukuk bilgisinin eksikliğinden değil, Türkiye’de ceza yasasının çağın ve ülkenin gereklerine göre şekillendirilmemiş olması ve açılan davalarla ilgili olarak delil toplama işinin sağlıklı bir karara ulaşmaya yeterli düzeyde olmamasından kaynaklanıyor. Nitekim savcı da sonucundan emin olduğu davaları açmış, ama delil yetersizliği vs. gibi nedenlerle kaybetme ihtimali gördüğü davaları elinde tutmaya karar vermiş. Bunun için bir savcıyı suçlayabilir misiniz?
Birileri taşları bağlamış, itlerin hepsi ortalıkta serbestçe dolaşıyor ve hâkimler, savcılar çaresizlik içinde itlerin önlerinden geçip gitmesini seyrediyorlar.
Yoksa suçlamamız gereken bunca ölümlü deprem olayına rağmen daha hâlâ ceza yasalarında bu yeni suç türünün gerektirdiği değişiklikleri yapmamış olan TBMM mi?
O TBMM ki, yardımlar kesildiği için hâlâ aç ve açıkta olan depremzedelere verecek para bulamıyor ama oy avcılığı için beceriksiz yöneticilerin elinde borç batağına düşmüş Galatasaray’ı kurtarmak için Tanıtma Fonu’ndan 6 trilyon liralık ulufeler dağıtmaya hazırlanıyor.
O TBMM ki 70’ini devirmiş politikacıları bir beş yıl daha başta tutmak için Anayasa değiştirmek gibi güç bir işe soyunuyor ama aklına depremde ölen 20 binden fazla insanın hesabının neden hâlâ görülmediğini sormak gelmiyor.