Kendi sahasında 2-0 öne geçtiği bir maçta üstüste goller yemek, bir mahalle takımına elenmek, sanıyorum sadece bizim milli takımımızın başarabileceği bir sonuçtur.
Dün Riga’da Milli Takım, sanki uzun süredir ilk kez futbol oynuyormuş gibiydi. Son derece sıradan bir takım karşısında Türkiye Ligi’nin orta sıralarındaki takımlardan birinin bile oynayabileceğinden daha kötü bir oyun...
Maçın istatistiklerine baktığımızda topun, oyunun üçte ikilik kısmında Türk Milli Takımı’nda olduğunu görüyoruz ama bu, maçın kazanılması için gerekli hiçbir taktik varyasyona işaret etmiyor.
Beşiktaş bu sezon sanıyorum, İnönü’de en rahat maçını oynadı dün. Maçın daha ilk 15 dakikasında sonuç çok daha farklı olabilir ve karşılaşma orada bitebilirdi.
Dün, Kadıköy’e gelen taraftarların çoğu çelişkili duygular içerisindeydi. Bir yandan şampiyonluğa giden Gençlerbirliği’nin puan almasını istiyorlardı, bir yandan da ezeli sevgilileri Fenerbahçe’nin galip gelmesini.
Dün, Saracoğlu Stadı’nı dolduran onbinlerce seyircinin bir tek beklentisi vardı; Güzel bir futbol ve temiz bir galibiyet. Şampiyonluk iddiasını tümüyle kaybetmiş, UEFA Kupası’na katılmayı ise sadece şansa bırakmış bir takımın...
Ali Sami Yen’de dün gerçekten ilginç iki maç izledik. Her iki devreye bölünmüş iki maç… Birinci yarıda Galatasaray’ın tek kale oynadığı, ikinci yarıda ise Fenerbahçe’nin tek kale oynadığı iki müsabaka...
Karşılaşmaya, Şükrü Saracoğlu Stadı’nın tribünlerinden yükselen ‘Savaş olmasın, çocuklar ölmesin’ tezahüratları arasında başladık… Bu; Türkiye’nin gündeminde, Fenerbahçe-Malatyaspor maçından çok, yaşanan uluslararası kriz olduğunu gösteren bir tabloydu.